Son,
Dönülmezliğin olduğu yer.
Son,
Acı ve kederle iç, içe olan,
Hiç bitmeyeceğini sandığınız, kaosa vurulan neşter.
Son,
Tüm varlığınızı ve en kutsal saydığınız değerlerinizi bile,
Pervasızca harcadığınız,
Bir zaman diliminin geldiği nokta.
“Bizler sonu tamda belli olmayan yolların birer garip yolcusuyduk, ne önümüze çıkacak olanların ne de payımıza düşecek olanların neler olduğunu bilemeden, kaçınılmaz sona yürüyen. Her yol kaçınılmaz sona odaklıydı aslında, lakin bizler her günü hayata yeni başlangıçlar olarak gördük. Tükenmişliğin taşınmaz yükünü hep hafife alarak, sürekli en ağırını omuzladık. Kendimizi hep boş yere çer ağ gibi yakarız, kendi erim işliğimizle ayaklarımızın dibine akarız. Çatırdayan kemiklerimizin sesleri arasında, son bir kez de olsa dönüp, gerisin geri sefil hayatlarımıza bakarız.”
“Eğer ayaksız ata bindirilip toprağa teslim edilmişseniz, iyi bilin ki hayat son sözünü söylemiştir.”
“Kıyımla gelen ölümün sonunu, en iyi kıyıma uğrayanlar görür.”
“Atılan her adım sona odaklıdır, en kötüsü de kaçıncı adımda son bulacağını bilememektir.”
“Sonunu bilerek yaşamak yük değil, daha bir yaratıcılık ve farkındalık katmalıdır insana.”
“Ya dinecek bu fırtına ya da daha bir delirecek, kıyıya varıp kurtulduğunu sanmak da, denizin ortasında kalmak da birdir. Tek fark denizde dalgaların, kıyıda şartların seni nereye ve hangi sona alıp götüreceğidir aslında.”
“Hayatlarımız çoğunlukla mutlu sonla bitmeyen yeni başlangıçlardan ibarettir. Varsayımlarla kurulan hayat, ihtimallerle yürünen yol hep ihanetin uğrağı olmuştur.”
“Yaşarken anlayamadığımız hayatı, öldükten sonra anlayıp öğreneceğimize inandırılmak nede aptalca bir son.”
“Her ne kadar birbirilerinin sonu olsalar da gece ile gündüz, şafak ile karanlık; karanlık, al şafağın filizlenen tohumunu taşır kendi bağrında.”
“Hayattayken sürekli karşımıza çıkan en berbat son, sevgiden uzak mutsuzluktur.”
“Ölüm gerçeği, hiçbir zaman değiştirilemeyecek tek sondur. En güzeli ise öldükten sonra bir daha ölümün olmadığını bilmektir.”
“Umut her zaman umutsuzluğun sonudur, birçok şeyi tam anlamıyla değiştiremeyeceğimizi bilmek ise umudumuzun sonu.
“Oysa mutluyduk, herkes mutluydu ya da öyle sandık, öyle inandırdık kendimizi. Hele bir de o sona eklenen “Hoşça kal” kelimesi olmasaydı, işte o zaman gerçekten de mutlu olduğumuza belki kanaat getirebilirdik.”
“Ben kendimi, kendime verdiğim boş sözlerle avutmuyorum artık, uykusu var sandığın en berbat uykusuzluk halidir avutulmak. Bakarken görmemezlik, duyarken duyumsamazlık, bilirken her şeyi bilmezliktir. Kan uykusunda bizlerin, bilemediğimiz gerçekleri getirip de sinsice uykusu titrek gecelerimizin üstüne örttüğü son ana dek.”
“Dönülmez sonla noktalanması kaçınılmaz olan şu kısacık hayatlarınızda; öylesine büyütün ki ufkunuzu, yüreğiniz sadece ezilip, acı çekenler için atsın.”
GİDİYORUM
Selam saygı hepinize.
Gelmez yola gidiyorum.
Ne karaya, ne denize.
Gelmez yola gidiyorum.
Ne şehre, ne denize.
Ne yıldıza, ne de aya.
Uçsuz bucaksız deryaya.
Gelmez yola gidiyorum.
Gemi bekliyor limanda.
Tayfaları hazır onda.
Gözüm kalmadı cihanda.
Gelmez yola gidiyorum.
Eşim dostum yavrularım.
İşte benim SON baharım.
Veysel karanlık yollarım.
Gelmez yola gidiyorum. AŞIK Veysel Şatıroğlu
Saygı ve rahmetle anıyorum büyük ustayı. Ne de güzel ifade etmiş Aşık Veysel umulmaz zorluklarla geçmiş olan ve kendisine ayrılan bir zaman diliminin SON dönülmezliğini.
Yeryüzünü, insanların kokuşmuş bağnazlığından kurtarabilmek için, merhamet, vicdan, hoşgörü, kardeşlik ve paylaşımcılığın ipine sımsıkıca sarılın!
Elinizde gelen her ne ise güzelliğe ve insanlığa dair, SON deminizde bile olsa onu mutlaka hayata geçirin. Unutmayınız ki hayat, vakit kaybetmeye gelmeyecek kadar kısa.
Yürüdüğümüz yolda nasıl ki arkamıza dönüp bakıyorsak, SON nefeste dahi olsa mutlaka bir kez dönüp bakarız; ardımızda neler ve nasıl bir anı bıraktık diye.
Bütün güzelliklerle süslenmiş, erdemlerine bağlı birer birey olarak, geleceğe yönelik yürüyeceğimiz hayat yoluna açılacak olan kapının anahtarı kendi ellerimizdedir. Sonsuzluğa açtığımız kapıyı yüzümüze kapatacak olan ise geleceğimiz SON noktadır. Yürümeye başladığımız ve bize ayrılmış olan bu zaman diliminde açacağımız kapı, yemyeşil ve berrak sularla dolu bir vadiye de çıkabilir, kasıp kavuran bir çöle de. Kişi kendi öz varlığında iyi yorumlayabilmelidir hayatı. Nedendir bilinmez; günümüz insanları sevgi, hoşgörü, paylaşımcılık, esenlik ve kardeşliği sıradanlaşmış ucuz sözler gibi bol keseden kullanır oldular. Ne hikmetse var olmanın gizemli kutsallığından hiç söz edilmemektedir. İşte bu durum da içinde bulunmak istemeyeceğimiz en berbat SON!
İnsanlar hayatlarını hiçbir sona bağlamak istemezler, yeni başlangıçlarla yol alacaklarını sanırlar ve hayatlarını ebediyen yaşayacakları kanaatiyle yürüdükleri yolun nasıl sona geldiğinin farkında bile olamazlar.
Artık ucuz kahramanların, ikiyüzlü riyakârların bol olduğu bir zaman diliminde yaşamaktayız. İnancı imansızlaştırıp, hüküm sahibi olanların Tanrı sallaştırılma ya gayret sarf edildiği, bozuk mu bozuk olan bir zaman mekanizması dişlilerinin arasında hazin sonu muzu beklemekteyiz.
Buna mukabil, dünyayı güzelliklerle süsleyenlerin her dem aceleleri olmalı, çünkü kötülük zaman ve sınır tanımaksızın acımasızca yürümekte.
Dünyayı ve insanlığı güzelliklerle süsleyebilecek kudrete sahip olanlar, hep kaybedeceklerinden korkarak, insanlığa fazlasını vermeye çekinir oldular.
Cesaretini korkaklığa terk edenler, önce kendilerini, ardından çevrelerindeki bütün güzellikleri ve değerlerini kaybederler. İşte cesaretin geldiği hazin SON!
Mucizenin kendilerinden var olduğunu bilenler neden insanlığa gözlerini kapattılar ki? Oynanan bu körebelik, şeytani güçleri hortlatarak insanlığın kabusu haline getirmedi mi.
Kendinde var olduğuna kanaat getirdiğin mucizevi güçlerini göz ardı edersen, kendini kendi ellerinle köleliğin zincirlerine halka etmiş olursun. Kendi öz varlığına bağlı kalamayanlar okyanusun ortasında altı delinmiş, can yeleğinden yoksun, batmak üzere olan bir tekneye benzerler. İşte mevcudiyetinin ve dirayetinin geldiği SON!
En acı veren gerçek nedir bilir misiniz? Sevdiklerinizi SON kez gördüğünüzü bilemeden, SON yolculuğunuza çıkacak olmanızdır.
Söylenecek o kadar çok söz var ki, hiçbirini sıraya koyamayacağımız gibi, söyleyeceğimiz SON sözünde ne olacağını bilemeden el ense çekeceğiz hayata. Nedendir bilinmez onlarca güzel cümle arasında seçme hakkımız varken bile, gidip de en kötülerini seçeriz. Fazla seçenek son şansımızı hep zayıf ve iradesiz bırakır nedense. Kabul olacağını bildiğin halde bir dakika içerisinde üç dileğini sırala deseler neyi isteyeceğine bir türlü karar vermemek, onlarca seçme hakkı varken hiç işe yaramayacak olan dilekleri sıralamak, kalabalık bir otobüse bindiğimizde hangi koltuk olduğuna aldırmaksızın boş bulduğumuz bir koltuğa abanırcasına oturup etrafı muzipçe kesmek, çoğu koltukları boş olan otobüse bindiğimizde ise hangisine oturmaya bir türlü karar veremeyerek gidip en rahatsız eden ve normalinde hiç oturmak istemeyeceğimiz bir koltuğa oturmak, ipin ucundayken sorulan son isteğin nedir sorusuna en doğru cümleyi kuramamak gibidir hayatlarımız aslında. Hep son bir an, son bir nokta, son bir şans, son bir kapı, son bir dönemeç, son bir atış gibi, ne hikmetse hep karavana atarak, her seferinde ıskalamışızdır en doğru kararları. Bir de utanıp sıkılmadan, olur olmadık her yerde, olur olmadık herkese dert yanıp, dünyaya ve feleğe isyan ederiz.
ATEŞ
Ateşle oynayanlar, ateşin efendiliğine soyundular. Oysaki bilmedikleri bir şey vardı; ateşti gerçek efendi olan. Onlar ki ateşe hükmettiklerini sanarak ne de büyük gaflet içerisine girdiler. Ateşi kontrol edebileceklerini sandılar, oysa ateşti her şeyi kontrol altına alan. Ama onlar hüküm sahibi olduklarını sanarak kendilerini yansıttılar. Ateş sadece öyle sanmalarına fırsat verdi. İnsanlık var olalıdan beri her şey yakılıp kül edildi, bu yok edilişi hükmedenler kendi kudretlerindendir sandılar, oysa tek dizayn eden ateşin ta kendisi idi. Ateş neyi işaret ederse, zamanın ateşten kırbacıyla yönetilen kuklalar, sadece onu yaparlar. İşte yanılgıyla sürüp giden hayatın SONu.
Ateşi yakmaya bir kıvılcım, büyütmeye ise har gerek. İşte kıvılcım da, ateş de, har da bizleriz, bizi yakan bizim ateşimizdir. Başka köze, başka hara ne gerek. Bu bilip de bilmezlik, görüp de görmemezlik ateşin verdiği körlüktür. Gözlerini açabilirsen gerçeğe, dünyanın ne de beter bir yangın yeri olduğunu çok daha iyi görürsün. Ama dendiği gibi “dönülmez ufkun sabahındayız.” artık.
YAKARIŞ
Semaya el açarak, hayatın sadece bundan ibaret olduğunu sanmamalısınız. Hayat ki inanılmaz güzellikler ve mucizelerle dolu bizlere ayrılan bir zaman dilimidir. O dilimi en güzelliğiyle yaşamaya mı, yoksa zulüm etmeye mi adayacaksın kendini? İlk önce bunun cevabını verebilmelisin kendine. Kendine karşı her zaman açık ve net olmalısın, kendine yanlış olan, başkalarına karşı nasıl doğru olabilir ki, kendine ters düşen, başkalarına karşı nasıl dürüst kalabilir ki?
Geçmişten Geleceğe, SON Bakış
Tur Dağı’nda Hz Musa ol,
Çarmıha gerilen Hz İsa.
Kuyuda Hz Yusuf ol,
Medine’de Hz Muhammed.
Cemel’de Hz Ali ol,
Kerbela’da Şah Hüseyin.
Nevşehir’de Hacı Bektaşi Veli ol.
Konya’da Hz Mevlana.
Dar ağacında Pir Sultan Abdal ol,
“Enel Hak” diyen Hallacı Mansur.
Derisi yüzülen Nesimi ol.
Serez’de Şeyh Bedrettin.
Köleliğe baş kaldıran Spartaküs ol,
Deniz ve yoldaşlarına, yoldaş,
İbrahim’e sırdaş ol.
Anca o zaman anlayabilirsin ateşin özünü.
Ateşe varmak için, ateşin özünden geçmen gerekir, ateşe dahi varamayan kişi ateşin özünü nasıl idrak edebilir ki?
Kendi serinden geçemeyen, bu aşkın badesini içebilir mi?
Bu Aşkın badesini içenler, o kutsal sevgiden vaz geçebilir mi?
Pervane misali ateşe semah dönenler yanıp da kavrulsa bile, o yüce aşktan yüz dönebilir mi?
Ant olsun ateşin yoğurduğu topraklara, ant olsun ki topraktan doğan tüm canlılara. Kendi özüne ters düşenlere inat ateşin ta kendisi olacağız.
Bizleri bekleyen kaçınılmaz o sona anlı açık başı dik yürüyeceğiz.
Asla unutulmamalı ki;
Yüreklerindeki sevgi ateşini büyütemeyenler yeryüzüne sadece lanet yağdırırlar.
Mantık ateşi tarif eder, ateşli olan mantık daha bir akıcılık kazanır.
Bu akıcılık bellekten bedene, bedenden toprağa, topraktan tüm doğayı bütünleştiren her şeye yansıtır kendini. Ateş hararet demektir, cehalet değil.
Ateşin harından uzak belleklerde yer edinen bilgi, dışa yansıyamaz. Dış dünyaya yansımayan bilgi, ateşin özünden uzaklaşmış demektir.
BAŞLANGIÇ VE SON
Her başlangıç nasıl ki bir sona gebeyse, her son da bir başlangıca gebedir. Aksi halde yarınlar kimsesiz kalmaz mıydı? Bu var ile yok arasındaki en ince çizgi, en hassas dengedir, döngü zaten bu şekilde çalıştırmıyor mu yaşam mekanizmasını. Başlangıca tetik düşüren mekanizmanın özü ateştir, değil midir ki o öz insanlığın hamurunu şekillendiren?
Her başlangıç sayılı merdiven basamakları gibidir, geniş bir avluya da çıkabilir, geçit vermeyen bir duvarla da son bulabilir.
Bizleri bezginlikten öteye taşımayan o kadar çok boş vaazlar dinledim ki. Köhnemiş zihinlerin, köhnetmeye çalıştığı zihinlere uyguladıkları baskı ve boşa konuşmalar, geleceğe nasıl ışık tutabilir ki? Böylesi boş vaazların yön tayin ediciliğine sarılanlar, yaşamlarının gidişatına müdahale edemeyerek, hiçbir zaman şekillendiremediler.
Aslında biz insanlar ilk önce sona odaklanmalıyız, hedefine odaklanamayan yalpalamadan menzilini nasıl alabilir? Yaşamlarımız gez, göz ve arpacık hizalamasından ibaret değil midir? Hedefe kilitlenmeyen bir mekanizma nasıl olur da mutlu bir sona tetik düşürebilir? Yaşantılarımız sadece varsayımlarla sürüp giden bir belirsizlik olmamalıdır. Son yıl, son ay, son gün, son saat, son saniyeler odaklı olmalıdır. Dönüp de geri baktığında “Acaba ben hiç yaşadım mı?” dememeli insan. Hatıralarla, anılarla dolu dolu olmalı yaşamı, çünkü her ne kadar uzun yaşarsan yaşa, sadece ve sadece hatırladığın ve hatırlandığın kadar yaşamışsındır derim. Ne eksik, ne fazla, gerisi boş, gerisi bir enkaz, sadece bir moloz yığını. Unutma ki seni bekleyen SON bir kefen, bir tabut, bir de sadece sığabileceğin kadar bir çukur. Oysa biz insanlar hayatı sadece en güzel elbiseleri giyinmek, en güzel yemekleri yemek, en güzel evlerde oturmak, en lüks arabalara binmekten ibaret sanmışız. Ne de büyük bir hezeyan, ne de büyük bir yanılgı! Yaşamın gerçeğini algılayamayan, ölüm uykusundan hiç uyanamamış demektir. Hayatlarını ölü uykusuyla tüketenler, sadece son anlarında, son kez hayata açarlar gözlerini, son bir soluklanışla şöyle derler; “Hey hat, topraklar başına, taşlar döşüne dolası ben, ne olduğunu bilemeden dönmez sona gidiyorum.”.
Ne gariptir, ne gaflettir ki kendimizi kaçınılmaz sona değil de hep kadim sonsuzluğa kadar yaşar sanmışız. Yaşamı hep büyük ayrıntılardan ibaretmiş sandık, oysa bütün güzelliklerin en küçük ayrıntılardan saklı olduğunu göremeyecek kadar körmüşüz. Evren sonsuzluktur, zaman ise sınırsız. Bizler için sonsuzluk sadece varla yok arasındaki zaman dilimidir.
Kısa metrajlı bir filmdi hayatımız ya da bir tiyatro, oynadık ve bitti.
SON
AZİZM SANAT ÖRGÜTÜYLE, AZİZM SANAT E-DERGİ’DE EMEĞE ve HAYATA SON BAKIŞ.
Adından söz ettirip, ardından derin izler bırakarak zamanda yol alanlar, her ne kadar hüzünlü bir sona ulaşmış olsalar da, büyüttükleri ölümsüz ruhla her zaman yüreklerde ki yerlerini fazlasıyla alarak sonsuzlukta ses olmaya devam edeceklerdir.
Dünyaya kalıcı eserler bırakan yazarlar, çizerler, filozoflar, bilim adamları, ilmi yayanlar, insanlığa hizmet yolunda can verenler ne unutulur ne de unutturulabilirler. Ne hiç edilebilir, ne de tarihin çöplüğüne atılabilirler. İyi bilinmeli ki hayatları boyunca dik duranları en korkunç fırtına bile eğemez.
Yıllara yayılan sanatsal faaliyetleriyle, hitap ettiği her alanda karşılığını fazlasıyla bularak, yayın hayatını en güzel şekilde devam ettiren Azizm Sanat Örgütü ile bir yılı aşkın süredir devam eden yol arkadaşlığımın E-dergi kısmında son yıl, son ay, son sayı, son yazıyla duygusal bir sona gelmiş bulunmaktayım. Dilerim ki elde edilmiş olan birçok başarı içerisinde, bir başına kala kalmak emek dökenlerin sonu olmasın.
Birlikte kafa yoracağımız birçok konu, birçok fikir, birçok düşüncelerimiz oldu, gerek hüzünlü ve gerekse mutluluk dolu anlarımız ve anılarımız vardı, hepsini okuyucularımızla paylaşıp eleştirdik, gerektiğinde eleştirildik. Kimisinin sempatisini kazandık, kimisinin antipatisini. Kimi hoş gördüyse, kimisi yerdi, kimisi eleştirirken, kimisi de bilgisine merkez edindi belki. Ama her ne olursa olsun bu kısa döngü içerisinde hep birlikte vardık, birlikte varlığımızı diri tuttuk. Üstün bir özveri ve gayretle emek döken Azizm Sanat Örgütü emekçilerine ve siz değerli okurlarımıza yürekten gelen teşekkürü bir borç bilirim.
Son gemiyi kaldırdım gönül limanımda, gönülleriniz son durağım olacaktır. Boşaltınca gönül yükünü, demir bırakıp o limanda son satıra, son cümleye, son noktayı konacaktır hayat.
Hayatlarımız dünyaya gelişimizle başlar, ilk soluklanış, ilk bakış, ilk ağlayış, ilk yürüyüş ve ilk sesleniş. Bunu az çok biliriz de başlangıçla sonun arasındaki zaman dilimine neleri sığdırabileceğimizin hesabını bir türlü yapamayız, işte o bilinçten hep bi haber yaşamak var ya, işte ona SON noktayı nasıl koyarız bir tek onu kestiremeyiz.
Sevgilerimle
9 Mayıs 2020, İzmir.
***
Görsel: Son Akşam Yemeği (1495-1498) – Leonardo da Vinci