Tek sözcüklü kavramlar üstüne metin çeşitlemelerinden bildim bileli hoşlanmam. Şimdiki temamız “son”. Milyon çeşit şey söylenebilir üstüne, her aklımıza geleni yazabiliriz. Ne var ki bu “son” belli bir şeyin sonu olarak gündemimizde şu anda. Azizm Sanat internet dergisi son sayısını çıkarıyor. Ben okuru olduğum ve zaman zaman katkıda bulunduğum bu dost derginin sonuyla ilgili duygu ve düşüncelerimi anlatacağım.
Dergi, çıktı çıkalı hep zengin içerikliydi. Sadece dergi mi, Azizm’in eposta, Facebook paylaşımları da sıklıkla bilgisayar ekranımıza düşerdi. Daha çok sinema ve görsel sanatlar ağırlıklı ardı sıra bildirimler. Ben de yakın zamanlara dek hep gıpta ederdim ona. Kendim de bir site yayıncısı olarak. Amma çalışkanlar, amma sık bir şeyler yayınlıyorlar, amma çok konuyu derinlemesine inceliyorlar, ama çok yazardan, sanatçıdan katkı alıyorlar… Amma çalışkanlar… Tabii tüm bu devinimin esasta Onur Keşaplı kaynaklı olduğunu biliyordum, bu çalışkanlık onun çalışkanlığıydı büyük oranda… Fakat yine de dergi ve Azizm Sanat Örgütü yüksek katılımlı, dayanışmalı ve canlı bir merkez gibi duruyordu.
Şimdi hangi duygu ve düşüncelerle, hangi gelişmeler ve tıkanmalar sonunda bu “son” kararı alındı, nasıl alındı, içini bilemem de… Tahminlerim ve kendi yazarlık, yayıncılık tecrübelerim üstünden bazı noktalara değineceğim.
En başta şu var tabii: Ne yayını olursa olsun, onca emekle ortaya çıkarılan bir şeyin belli sayıda okura seslenmesi gerekiyor. Kendi kendimize bir avuç insan doldurup boşaltacaksak bunu basit bir mail grubunda da yapabiliriz. Bizde “sanat” deyince, “edebiyat” deyince okuyucu baştan kaçmaya başlıyor. Kendi sitemizden biliyoruz… Siyaset yazılarına göre yarı ile üçte bir arasında az okur çekiyor sanat başlıkları. Öykü ve şiir gibi bir yayın ise yazarının da çabasıyla oran hayli yükselebiliyor; fakat sanat üzerine bir eleştiriyse, hele ki teorik bir yazıysa tık sayıları dibe vuruyor. Kader! Aslında bizde kuramsal ağırlıklı, derin siyaset yazıları bile o kadar çok okur çekmiyor. Hem siyaset olmalı, hem de çok güncel bir kavga üstüne siyaset olmalı, polemikli, sataşmalı, gürültülü patırtılı bir konuda yazılmalı.
Ancak bazen sanat temalı yazılara az okur gelmesi ve az tartışma çıkmasına, hatta hiç tartışma çıkmamasına seviniyor insan. Çünkü vatandaş fikir belirttiğinde, sanattan, edebiyattan, filmden, müzikten o kadar az kişinin anladığı anlaşılıyor ki! Toplum olarak özellikle zayıf kaldığımız bir alan. Bazen hayli saygı duyduğunuz kişilerin sanat alanındaki beğenilerini izler, yorumlarını okurken içim burkuluyor. Keşke hiç girmeseydik şu konuya diyesi geliyor insanın. Tabii siyasette olduğu gibi sanat alanında da beğeniler, anlayışlar çok çeşitli. Belki bu burkulmalarımız bizim özel hassasiyetimizden, belki o kadar da takmamak gerek. Belki de daha fazla “takmak” gerek… Bilemiyorum… Bu konuda “doğru orta” nedir, hiçbir zaman çıkaramadım. Üstelik gayet somut bir alan olan siyasette bile somut ölçeklerimiz işlemezken, çok daha soyut bir beğeni alanı olan sanatta ne kadar ölçek-ölçüt getirebiliriz? Zaman zaman ciddiye alıp tekrar tekrar ölçek çıkarmaya çalışıyoruz, ama o ölçekler hep elimizde kalıyor. Siyasette aynı partililiğin, aynı “doğru”nun kişilik farklılıklarına göre bireylerde yaşanışı onca farklı iken, sanatta kişilik farklılıkları büyük sapmalar yaratıyor.
Buna rağmen belli zevklerde, beğenilerde anlaşabiliyorsak, buna da şükretmek gerek.
Tabii Azizm Sanat’ın bir açmazı da popüler olanın dışında bir karşı seçenek oluşturmaya çabalaması. Bunda “başarı” elde etmek yine popüler ölçütler açısından düşünürsek imkânsız. Çabanın gösterilmesi, belli bir direniş odağı oluşturulması, belli bir ölçüde ses getirilmesi “başarı” olarak kabul edilmeli. Elbette ki bu konudaki şu evrensel gerçeği de unutmadan: Popüler olanda genellikle belli bir eşiğin üstünde kalite bulunur, ancak belli bir eşiğin üstünde kalite düşük oranda bulunur. Yani popüler olan vasatın iyileridir. Popüler olan her zaman kötüdür diye bir şey yoktur. Öte yandan popüler olmayan da illa iyidir diye bir şey yoktur. Popüler olamayanlar arasında da iyi düşük orandadır, çok iyiler ise nadirdir.
Her neyse, sanırım Azizm Sanat dergiyi sona yaklaştıran ve onu sonla buluşturan esas neden bence başka bir şeydi. Bu tür yayınlardaki ortak sorunumuz… Dayanışma ve ortaklaşa çaba yetersizliğimiz. Bizimki gibi yayınlara yazı veren, katkıda bulunan arkadaşlar sanıyorlar ki… – Tabii bunu da teşekkürle karşılamak gerek, o da bir dayanışma ve yardımdır… Ancak yazar arkadaşta bu yazıyı gönderme duygusu, baskın duygu ve niyet olarak kendini gösterme, kendi için yarar elde etme ise… Sorun orada başlar… – Evet, yazar arkadaşlar sanıyorlar ki: Yazı gönderdikleri yayın sanki bir “Hürriyet” gazetesidir. Orada yazısı çıkınca herkes görecektir. Kendisinin bu yazının okunması için duyuru yapması hiç gerekmemektedir.
Aynı yayında başka yazarların yazıları mı? Onları değil duyurmak, okuması bile lazım değildir.
Oysa az okurlu, alternatif, her şeyde dikine giden küçük yayınların en büyük sorunu tanıtım, duyuru ve canlılıktır. Orada bir hareket, orada bir merkez, orada bir tartışma havası yaratılacak ki, hem okurun hem öteki yazarların ilgisi artsın. Oysa bize yazı gönderip, değil yazısını duyurmak, kendi yazısını okumayan yazarlar görüyoruz. Kendi yazısının altına konmuş yorumu görmeyen, ona cevap vermeyen yazarlar.
Sermayeniz yoksa, sürekli reklam vermiyorsanız, profesyonel kadrolar çalıştırmıyorsanız yayının canlılığını sağlamak, duyurularını her yolla yapmak (telefonla, SMS ile, Facebook, Twitter ve sairle, maille yapmak, tartışma açmak, tartışmalarda yorumlara cevap vermek vb.) o yayına gönül vermiş geniş bir kadronun zaman ayırarak her gün yürütmesi gereken bir çabayla mümkün. Bu da belli bir ideolojik birlikle, onun getirdiği ateşle, fedakârlık, çalışkanlık ve özgüvenle yürüyecek bir şey. Bir de duyuru yapmaya çalıştığınız kesim bizdeki gibi son derece ilgisiz, özveri düzeyi çok düşük ya da açıkça tepkili ve düşman kesimse… Kitleleriniz buysa… İş daha da zorlaşıyor. Birçok yazar ve okur arkadaş bu yıpratıcı, bezdirici çabayı bir süre sürdürüyor, sonra dayanamayıp bırakıyor. Hatta bu sıkıntısını tersine yansıtarak yayının kendisini, amacını, yolunu yöntemini, onu çıkaranı, çıkaranları suçlamaya başlıyor; sonra da küfürler ederek ayrılıyor bir bölümü.
Sonuç: İşler hep birkaç kişinin sırtına kalıyor. Ortaklaşa iş yapmanın (parasal bir bağ yoksa) giderek zorlaştığı, neredeyse imkânsız hale geldiği bir dönemdeyiz. Verilen emekle toplumda buna verilen olumlu karşılık arasındaki fark sürdürülemez boyuta geldiğinde SON kararı veriliyor.
Bilmiyorum, bunlar benim akıl yürütmelerim, kestirimlerim; belki Azizm için daha özel başka nedenleri de bulunmaktadır. Fakat bu arada bir eleştirimi de sonda belirtmekte yarar görüyorum. Dergi kapanacak ama Azizm Sanat Örgütü çalışmalarına yine aynı anlayışla ama farklı yollarla devam edecek. Güzel. Yılmamak lazım… Fakat bu “Azizm” adına ta başından beri hiç ısınamamıştım. Bu adın niye seçildiğine getirilen açıklama ise beni daha da hırpalamıştı… Çünkü “minimalizm” anlamında bir “Azizm” açımlaması esprili bir ad olarak ona ısınmamı sağlayacaktı, oysa “Azizm”in gerçek konuş hikâyesini hayli saçma buldum.
Arkadaşların bu son eleştirime sadece güleceklerini umarak konuyu kapayayım. Başta Onur Keşaplı olmak üzere dergide katkısı bulunan herkese teşekkür ediyorum. Güç koşullarda, az beklentiyle güzel sanat için, insanlık ve toplum için yıllarca iyi bir hizmet verdiler. Pek çok şey öğrettiler, pek çok şeyi insanların gündemine soktular, birçok konuda zihin açtılar. Çalışma azimlerinin devam etmesini diliyorum. Elden geldiğince bu azmi destekleyeceğim. Birlikte iş yapma, dayanışma duygusunun artacağı yeni dönemler diliyorum onlara ve tüm topluma.
***
Görsel: Fırtınada Bir Fener (1932) – Maurice Sapiro