Küresel tesirli gelişmeler meydana geldiğinde furyalaşan bir eğilim olarak, olup bitenleri önceden görmüşçesine ortaya konmuş sanat yapıtları revaçta bir hal alıyor. Covid-19 süreci bundan farklı değil. Hemen her disiplinde kehanet hissi uyandıracak bir öncü iş aranırken, algısızlaşmamış insanlar için küresel çöküntü ve çözülüşleri öngörmek esasında oldukça olağan bir durum. Tıpkı – özellikle – önceki aylarda yapım sonrası aşaması tamamlanarak yayınlanan, ve her ne kadar salgın öncesinde çekilmiş olsa da salgın zamanına denk gelmesiyle iyice dikkat çeken, Jakob Rørvik yönetimindeki Apocalypse Norway gibi. Ama bu hafta Filmci’de yönetmenin bir başka filmine, sonun sinematografikleştirilmesi açısından daha az küresel ve kitlesel olmasına karşın tartışmasız daha evrensel ve köklü bir son çeşidine eğilen, 2016 yapımı Nothing Ever Really Ends var.
Sıradan, doğal ve olağan olanı, yapbozlaşan bir kurgu ile sunan film, 2013’ten günümüze yıldönümleşen yılbaşlarında geçerken, ayrılmayı bir türlü başaramayarak sona erme yerine sarkıtlaşan bir çifte odaklanıyor. Yirmili yaşların araflığı, olgun izlenimlerin üzerleri kazındığında beliren hafif meşreplik Nothing Ever Really Ends’i hemen herkes için tanıdıklaştırıyor.