Seksenler, zaten öncesinde de yönünü bulmayan sinemamız için arayışın derinleştiği, birbirine hiç benzemeyen ve oldukça ilginç filmlerin çekildiği bir zaman dilimidir. Çoğunda Müjde Ar’ın oynadığı, kentli kadının cinsel kimliğini arayışının konu edildiği filmler; arabeskçilerin başrolünde bulunduğu, Yeşilçam kokan, acılı filmler; Banu Alkan ve Serpil Çakmaklı ile özdeşleşen, orta-az seviyede erotizmle teşkil edilen filmler… Hepsi bu yıllarda, aynı anda ve yan yanadır.
Doksanların “bağımsız” yönetmenlerinin yürüyeceği alengirli yolları iyi niyet taşlarıyla döşeyen, yetmişlerin toplumcu-gerçekçi sinemacıları da bu yıllarda kısmen etkindir. Onlar da bir anlamda nedamet getirmekte, bireyci, karanlık, bol iç hesaplaşmalı ve “pek öz eleştirel” filmler çekmektedir.
Bununla birlikte; Mine (1982), Zengin Mutfağı (1988), Yoksul (1986) gibi hem dönem hem bugün itibari ile kaliteli yapımlar da elbette yok değildir.
Sinemamızın önemli yönetmenlerinden Nesli Çölgeçen’in ilk uzun metrajı; mesleğe tiyatro ile başlayan, komedi-seks filmlerinde çokça oynayan, “normal” filmlerdeki yardımcı rolleriyle tanınan Özcan Özgür’ün gerçek yaşamından bir kesit olan Kardeşim Benim (1983) de, yukarıdakiler kadar bilinmese bile, o on yıllık parantezin içinde öne çıkan, Türk sinema tarihinde oldukça müstesna bir yerde konumlandırılmayı hak eden bir filmdir.
Filme bu ayrıcalığı veren de, elbette, Ferhan Şensoy’un tarifi ile “malulen emekli ani zararsız şizofren denizci astsubay, nevi şahsına münhasır, çok acayip oyuncu” Özcan Özgür’ün hikâyesidir.
Astsubay Özcan Özgür, Çanakkale’de bir askeri kampta plaj müdürü iken kendisinin tayini Ankara’ya çıkar. Yeni görev yeri, NATO ile Türk Ordusu’nun gizli yazışmalarının kaydının tutulduğu bir birimdir. Zor yılların ardından, 1969 senesinde, yolu Münir Özkul’la kesişen Özgür, yaşamına tiyatrocu olarak devam etmeye karar verir.
Yukarıdaki alıntıyı da yaptığım, Ferhan Şensoy’un otobiyografik roman dizisinin ikinci cildinde, Başkaldıran Kurşunkalem’de (Ortaoyuncular Yayınları, 2012) yani, Özcan Özgür’ün Ankara’da turnede bulunan Münir Özkul Tiyatrosu’nun oynadığı General Çöpçatan adlı oyuna gittiği, Özkul’a hayran olduğu, haftalarca en ön sıradan onu izlediği, bütün maaşını bilete harcadığı ve dahi Özkul ve ekibindekilerin kendisinden “Gene gelmiş o manyak.” diye bahsettiği anlatılır.
Yine aynı eserde yazılanlara göre, bir akşam oyun çıkışı, Özcan Özgür, üstadı yakalar ve elini öpmek ister. Özkul, neden her akşam oyuna geldiğini sorunca da kendisini çok beğendiğini, onu da ekibe almalarını istediğini, oyuncu kadrosu dolu ise tuvalet temizlemeye razı olduğunu söyler. O yıllarda astsubayların istifa hakkının bulunmaması nedeniyle, Özgür, işyerinde deli taklidi yapar, asla açılmaması gereken NATO gönderilerini okur, yetkili heyeti şizofren olduğuna inandırır ve kendisini emekli ettirerek tiyatroya adım atar.
Ancak, oyuncu ile ilgili ulaşabildiğim ve ilk ağızdan bilgilerin olduğu tek kaynakta, yani 10 Aralık 1989 tarihli Cumhuriyet gazetesinin dergi ekindeki Cezmi Ersöz imzalı mülakatta, Özgür, tüm bu süreci, “Hasbelkader Münir Özkul’la tanıştım, o beni tiyatrocu olmam için ikna etti. Deniz Kuvvetleri’nden istifa edip, Münir Abi’nin Bulvar Tiyatrosu’nda işe başladım.” diyerek özetler. Sanıyorum, Ferhan Şensoy Hoca’mızın yazdıklarında edebi efekt ve fiction payı fazlacadır.
Özcan Özgür, sonrasında Yılmaz Gruda ve Gülbin Eray’la birlikte Ankara’nın ilk kabare tiyatrosunu, Çuvaldız Kabare’yi kurar. İki sene sonra batarlar ve bu kez İstanbul’da Ümit Akkartal’la beraber Üç Maymun Kabare Tiyatrosu’nu oluşturur. Turne yolunda, Adapazarı’na giderken kaza yaparlar ve o hikâye de daha başlamadan biter. (Tarihe bir ayrıntı: Savaş Ay’ın 27 Eylül 2004 tarihli Sabah gazetesindeki köşesinde, Özcan Özgür’ün elinde büyüdüğünü yazdığı Müjde Ar da o gün o minibüste olacaktır aslında ama kendisinin son anda bir işi çıkar ve araçtan inip İstanbul’da kalır.)
Tiyatrodan sonra sinema macerası başlayan Özgür, toplam 35 filmde oynar. Bunların arasında; Kapıcılar Kralı (1976), Bereketli Topraklar Üzerinde (1980), Yedi Uyuyanlar (1988), Piano Piano Bacaksız (1991) öne çıkanlardır.
Keşfettiğim günden bu yana coşkuyla andığım Kardeşim Benim’e giden yol ise, Tuncel Kurtiz’in yazdığı ve yönettiği Gül Hasan filmi ile başlar. Teknik olarak aksaklıklar içerse de hem teması hem de Müjdat Gezen, Savaş Dinçel, Yaman Okay, Erol Demiröz gibi önemli oyuncuları bir araya getirmesi açısından çok önemli bulduğum, 1979 yapımı bu filmde, Özcan Özgür de kendi tabiri ile Travolta bir role sahiptir. Filmin çekimlerinin ve yıkamasının İsveç’te yapılması sebebiyle, İsveçli bir sinemacı, oyuncuyu izler, beğenir ve Kardeşim Benim’in yapımcısı olacak Nuri Sezer ile ortağı Nevzat Şenel’e ve yönetmeni olacak Nesli Çölgeçen’e, Özgür’ün renkli yaşamının filme alınmasını tavsiye eder. Sonrasında Nuri Sezer ve Nesli Çölgeçen, Özcan Özgür’ün parça parça anlatımları ile senaryoyu yazarlar.
Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, 12 Aralık 1984 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Kardeşim Benim’i, “Bohem bir sanatçının yaşamından dilimler diye özetlenebilecek olan konusu, sinemamızda seyircinin ilgisini çekebilecek ve dolayısıyla da sinemalaştırılabilecek konular / öyküler kategorilerinin dışında kalan ve sanki alışılagelmiş kalıplara meydan okuyan yapısıyla kuşkusuz ilginç bir çıkış.” cümleleri ile değerlendirir.
Film, sabah 07.30’da çalan alarmla başlar. Aktör Can Öz, her günkü gibi, gece çok geç saatlere kadar içmişse de erkenden uyanır. Sokakta oynayan Zeyno’ya seslenir, ona iki tombul şişeli Efes aldırır. Biraları içer, kendine gelir. Her zamanki gibi en güzel giysilerini giyer, kravatını takar, tıraş olur ve sete gider. Otuz yıllık meslek hayatının ardından, artık çok tutulmayan, küçük roller teklif edilen ama yine de kendisine verilen rolü en iyi biçimde canlandırmaya çalışan, bunu da obsesiflik derecesine vardırarak yapan Can Öz; evet, Özcan Özgür’ün ta kendisidir.
Uyandığında penceresini açıp sokaktan geçen, platonik âşığı olduğu uzun saçlı güzel kadını hep uzaktan izleyen; morali bozulduğunda, balıkçılık yapan eski Yeşilçam emekçisi arkadaşına gidip onunla Boğaz’ın koynunda kafa çeken; çok küçükken kaybettiği ve on sekiz yıl sonra bulabildiği, uzaklardaki annesinin ölüm haberini aldığı gün, görüşmediği babasının yaşadığı eve koşan ama içeri girer girmez kovulan, dışarı çıkıp saçlarını düzelten ve hiçbir şey olmamış gibi sete giden Özcan Özgür; evet, Can Öz karakterinin orijinalidir.
Filmde kullanılan ev de yine oyuncuya aittir. Bununla ilgili olarak, TRT’nin ilk haber kameramanlarından, 12 Eylül’den sonra solculuğu nedeniyle kurumdan atılan ve Yeşilçam’da ses teknisyeni olarak çalışmaya başlayan Okan Pelit’in, Odatv adlı mecrada 23 Ocak 2017 tarihinde yayımlanan imzasız yazıda derlenmiş anılarından birini anmakta fayda var.
Nesli Çölgeçen çekimler için hazırlık aşamasında, Okan Pelit’e, oyuncunun evine gidip senaryo gereği etrafı dağıtmayı, boş içki şişeleri ve izmaritlerle dolu bir ortam yaratmayı önerir. Beraber, Özcan Özgür’ün evine giderler ama Çölgeçen burada, düşündüklerinden vazgeçer. Yönetmen, Pelit’e döner ve şöyle der: “Abi biraz toparlayalım.”
Yeri gelmişken, Nesli Çölgeçen’le ilgili bir parantez açmak elzem. 1975 yılında SBF Basın Yayın Yüksekokulu’nu bitiren Çölgeçen, önce Süha Arın’la çalışmaya başlar. Çatı (1979) adlı belgeselin ve bir dizi reklam filminin ardından, ilk uzun metrajlı filmi olan Kardeşim Benim’le büyük beğeni toplar. Giovanni Scognamillo, Türk Sinema Tarihi (Kabalcı Yayıncılık, 2014) adlı önemli kitabında, kendisinin henüz bu ilk filminde, sinemacı kişiliğini ortaya koyduğunu ve sağlam bir anlatım yakaladığını söyler.
1985’te Züğürt Ağa, 1987’de benim çok sevdiğim Selamsız Bandosu’nu çeken, başarısını artırarak sürdüren Çölgeçen, her ne kadar doksanlar ve iki binlerde yönetmenliğini ileriye taşıyamasa da sinema tarihimizde önemli bir yeri çoktan edinmiştir.
Filme ve Özcan Özgür’e dönersek… Kardeşim Benim, 1984’te, Sedat Simavi Vakfı’nca en iyi film, aynı yılki Altın Portakal Film Festivali’nde ise, en iyi ikinci film seçilir. Ancak, Özcan Özgür’ün bu filmdeki oyununun ödüllendirilmemesi, bence bugün bile tartışma konusudur. Pehlivan’daki rolü ile o yıl en iyi erkek oyuncu seçilen Tarık Akan’la birlikte Özcan Özgür’ün adı da tarihe not edilmeliydi diye düşünüyorum.
Usta, az evvel andığım röportajında, Kardeşim Benim’in, yalnızca Moda Sineması’nda gösterime girebildiğini; ancak filmin videokasetinin kapış kapış gittiğini ve böylece ciddi bir kitleye ulaşabildiğini; yurtdışına satılması sayesinde de Avustralya, Avusturya, İsveç, Almanya ve Yugoslavya televizyonlarında gösterildiğini ve oralarda da ilgiyle karşılandığını söyler.
Cezmi Ersöz’e bunları anlattığı günlerde, Kasımpaşa Asker Hastanesi’ndedir Özcan Özgür. Evsizdir, eşyaları Sinema Sevenler Derneği’nde, depodadır. Alkol sorunu nedeniyle artık kendisine çok rol verilmediğini düşündüğünü; ancak o güne dek hiçbir sete alkollü gidip işini aksatmadığını anlatır. Maalesef ciddi sağlık sorunları ile uğraşmaktadır. Hatta yakın zamanda, en son rol teklifi aldığı filmin çekimlerine zorlukla gidebilmiştir. Neyse ki yatakta, konuşamayan bir hastayı oynayacaktır. Gider ve çekimlere katılır. Yönetmen, oyununu beğenir Özcan Özgür’ün; ona, kendisi ile tekrar çalışmak istediğini söyler. O yönetmen Reha Erdem’dir ve o film, 1988 tarihli ama 1995’te gösterilebilen, yönetmenin ilk uzun metrajlı çalışması A Ay’dır.
Cezmi Ersöz, son olarak, yeni bir teklife hazır olup olmadığını sorar Özcan Özgür’e. Oyuncu bu soruyu, “Tabii. Dikkat edersen Kardeşim Benim pencereyi açmamla başlar, kapamamla biter. Penceremi tekrar açabilirim.” diye yanıtlar. Özgür’ün o tarihten sonra iki role daha açılacak olan penceresi, Aralık 1995’te dönüş olmaksızın kapanacaktır.
Büyük aktör, Türk tiyatrosunun ve sinemasının değerli ismi, Yeşilçam’ın kaybedenlerinin en efendisi ve en sarhoşu Özcan Özgür’e saygıyla…