Bir ömre okunmuş kaç kitap sığabilir?
Cevabı herkesin özelinde pek tabi gibi biliniyorken, kafamızı kaldırıp etrafa baktığımızda sormadan duramadığımız bir sorudur bu. Yaklaşık 60 yıldır sahafçılık yapan, 60 yıllık rafların biriktirdiği tozlardan dolayı dükkânının içine giremeyen bir kitapçı karşılaşınca sormadan edilemiyor: bir ömre kaç kitap sığar?
Kitaplıktaki okunmamışlara dalgın dalgın bakarken Ron Hubbard geliyor akla, sonra Kemalettin Tuğcu. İkisi de yaşarken sanki bu dünyadan debillermişçesine tonlarca eser verdiler. Peki, ne zaman, ne kadar okudular?
Kitaplarımız okumaya çağırıyor, liste her geçen gün kabarıyor. Ancak bugünkü dünyanın ciddiye alınası bir gerçeği var;
Ne her konuya tam olarak hâkim olabiliyoruz ne de hâkim olduğumuz konuların tamamını zihnimizde tutabiliyoruz. Ne kendi hafızamızdan emin olabiliyoruz ne de içinde yaşadığımız toplumun hafızasından. Birçok yazar bir sonraki kitabı için okuyacakları kitapların listesini yaparken; kitabını yazdığında, kütüphanesinde bu listenin pek azını bulundurabilmiştir. Bu durumda kaybolmuş muamelesi gören unutulmuş kitaplar kim bilir ne kadarlar?
Unutulmaya yüz tutmuş kitaplar günün kültürüne tutunamayınca hafızalarda yer bulamıyorlar kendilerine. Bizimse şu sıralar bambaşka bir derdimiz var:
Derdimiz, hatıraları kaydetmek için teknolojinin vermiş olduğu tüm nimetlerden faydalanmak ancak sadece dijital olanlarından. Hatıralarımızı fotoğraflamak, okuyacağımız kitapları not almak, idol belirlediğimiz kişilerin video kaydını yapmak gibi birçok kokuşmuş kaygılarımız var.
Sonra yaptığımız her şeyi bir başka dijital ortama kaydetmek gibi bir hastalık oluştu hepimizde. Yüklenilen dijital ortamların bozulması, anıları içine sindirmesi gibi garip huyları olduğundan, bir ortam daha yaratıyoruz sonra. Buna da “yedek” adını veriyoruz. Bu dijital ortamlar yetmeyince daha büyük dijital ortamlar satın alıyoruz kendimize, sonra bu cihazların huylarını bildiğimizden bir “yedek” daha yaratıyoruz kendimizce.
Zaman teknolojiyle yarışırken bu cihazlar öyle ufaldılar ki, elimizi cebimize attığımızda her şeye sahip olmuş oluyoruz bir nevi. Cebimizde taşıdığımız bu cihazlara onlarca kütüphane büyüklüğünde kitaplar da sığdırıyoruz hatta. Ancak dedim ya zaman teknolojiyle yarışırken, biz de teknolojiden daha azını yapmıyoruz kendimizce. Hatta teknolojiden daha bir telaşlı yarışıyoruz zamanla. Sorarım size; tüm bu telaşlar, kütüphaneler dolusu kitaba sahip olan bizler için, bu kitapları açıp bakmaya bile zaman bırakıyor mu?
Tüm yaşamını, gerçekleştirdiği devrimlerin ardında, okuyarak geçirmiş Mustafa Kemal’i düşünmemek elde mi, okunmamışlara bakarken. Peşinden gittiği Voltaire, Montesquieu, Rousseau gibi düşünürler vardı. Sadece Türk gençliğine değil, bağımsızlık aşığı olan tüm uluslara ilham kaynağı olmuş bir insandı Atatürk. Bizse ondan yüz yıl sonrasını yaşıyorduk. Onun esinlenip değerlendirdiği eserler bir dikdörtgen masayı doldurmuyorken, bizim durumumuz beğenme, seçme hatta sığdırabilme konusunda oldukça fenaydı. Eserleri masaya sığdırabilmek bir tarafa, değerli olduğuna dair tahmin yürüttüklerimizin peşinden gidecek düzeye bile gelememiştik. Gazi büyük bir devrimci ve bilgeydi elbet ancak bu kalabalıkla sınanmayacak kadar da şanslı bir insandı.
Bugünlerde en az iki yüz yıllık geçmişi olan; toplumda ya da akademik ortamda değer görmemiş bir eseri özenle saklama ihtiyacı duyuyoruz. Bu mide bulandırıcı müzeciliğimiz olgunlaşmamışken geçmişin değerini anladık ki, bu eserler parmakla gösteriliyor ve koleksiyoncu gururu yaşatıyor bizlere. Sahaflarda elle tutulur eserler azalırken, bu dükkânlara olan ilgi çoğalıyor. Deyim yerindeyse bitpazarına nur yağıyor. Eskiye dair ne varsa insanlar buna özeniyor. Bu biriktirme hastalığımızın içinde olan eserler arasında ayrım yapabilmek için hangi yolu seçmek gerekir? İşe yarayan ya da yaramayan çalışmaları ayırt edebilmek için daha ne kadar biriktirmemiz gerekiyor? Hafızalarda yer tutmayı hak edenler, okunmaya değer bulup bir an önce aradan çıkarttıklarımız mı yoksa okumaya vakit bulamadığımız ancak elimizde bulundurulması son derece elzem olanlar mı?
Bireysel olarak seçimlerimizde kendi biriktirdiklerimiz önemliyken, toplum için bu seçimlerin nasıl yapılacağı ayrı bir tartışma konusu. Çünkü her birimizin biriktirdikleri birbirinden farklı olabiliyor. Kimimizin hafızasında takımına gelmiş büyük futbolcu isimleri, kimimizin gözünde günde ikişer saate yayılan kokuşmuş televizyon dizileri, kimimizin kalbindeyse gündelik yaşanan aşkları var. Kimin hayatında ve aklında kendisi geçmişinden büyük bir İskenderiye Kütüphanesi var ki, toplumun hatırında tutmak istedikleri kitaplar olsun…