Boğuk Şiir – Mert Alkan

Sigarasızlığa bastığım endişe mayınlarında,

Cumartesi sekslerinin ardından gelen hafif pazar kahvaltılarımda, 

İştahımı kaçıran, 

Erketeye yattığım yüksek voltajlı şafak baskınlarında, 

Esrik gözaltı torbalarımla gözaltı masalarında, 

Uykumu kaçıran, 

Bıçaksever uzuvlarımın damar tutmaz soğuk kanamalarında, 

Sancılı elbiseler giydiren, 

Bir lisan var dudaklarımda.

Serhatı yok.

Konuşmayın, söyleyin

Ben bir vaka değilim

Vebalı cağda memleketsiz fareyim

Teessüf eden yanaklara kemirgenim

Varoluşsal tehditlere psikoz jiletim 

Tutarlı zamanlamayla tutarsızca delirdim. 

Susmayıp vericem illa dili bilen eşkal korneaları, 

Patolojik serserilerin boyun eğmeyen sövgüleriyle bestelediği direniş marşları, 

Ve Tanrının öfkeyle cracklediği semavi dinlerin prospektüs kalıntıları, 

Sayesinde belledim birkaç kinayeli lugatını. 

Gökdelenlerindeki siyah granit masalarında yudumladıkları viskileri, Macallan mavisi, 

Elmas tozundan, Akuamarin taşı kol düğmeleri, 

Cümlelerinde mağrur orta doğu kelimeleri, İskandinav statüsünden dökme yaşam kaliteleri, 

Sözlüğe bakarak anlayamaz beni bu moneter endüstri. 

İhtarıma kulak vermezse, atmacalar gibi musallat olacak üzerine gelecek nefreti. 

Ancak ne yazık ki, 

İpsiz sapsızlığa tescil fiyasko mühendisleri, 

İskarpinlerime saçıyor, epik pornografik tercihleri, 

Ve başlarındaki lümpen siyasetçileri, 

Pembe dizi basına bir çek yazıp, 

Münafık gülüşleriyle, 

Her kavşakta, 

Tüm billboardlarda, 

Farklı jargonlarda, 

Sergiliyorlar tecavüz eserleri. 

Biliyorum, şiir iyice boğuldu. 

Tuhaf kelimeler ve uzun cümlelerle doldu, 

Ancak mükellefim, 

Gözlerini kaçırmadığın filtrelenmiş bir film, 

Cebimdeki senaryosu gerçek gerilim. 

İzlemek istemeyen sofradan kalksın, Anlamak isteyen panik yapmasın. 

Geleceğin bizden nefret etmesine ramak kaldı. 

Geçmişte evrenin alenen muhabbetkar bir dili vardı. 

Bugünlerde insanı egzoz dumanı üstünde aksıran radikal karmaşalar sardı.  

Otoban kenarlarında öksüren ağaçlar, Tekerrürsüz yok oluş provasında figüranlar. 

Kaldırım arasında utana sıkıla ve korkarak biten çiçeğin psikolojisini, 

Mekanikleşmiş, kıkırdaksız bacaklarınla ayak bastığın betonda içini titrettiğini, 

Hiç düşündün mü? 

Mesela ebediyetten uzak bir dille yaşadığın, Telaşlı gününün herhangi umursamaz bir adımında, 

İşlediğin cinayetleri, 

Düşündün mü? 

Günde kaç kere katil oluyorsun? 

Elbette bilmeyerek öldürüyorsun, 

Aman avuntun durmasın, hemen nizam olsun. 

Peki, neydi bile bile öldürdüklerin? 

Sen en iyisi bunu bir düşün. 

Düşüyorsan, hastasın.  

Evrenin dilini unutmuş olabilirsin,

Fakat insanlığını kanıtlamaya başlarsın. 

Anlatmak istediğim, ispatlı bir okus pokus değil. 

Tümörleşmiş fikirlerin ve yukarıda bahsettiğim fani tesellilerin ötesinde bir şey. 

Bir dil. 

Öyle bir dil ki, hudutsuz. 

Sırtını sıvazlayan kibirin, 

Objektif gerçekliğe kutuplaşanların, 

İkide bir ayağına çağıran gafletin, 

Dijital Frankenstein’ların,

Satışa çıkarılmış demokrasinin,  

Olmadığı, 

“iç” savaşın olmadığı, 

Bir dil.

***

Görsel: Harcanmış Büyük Gece (1962) – Georg Baselitz

Bunu paylaş: