Toplumculuğun gerçekçi, gerçekçiliğin toplumcu olmasına yönelik, algısı ve ufku dar tutum, nice gerçekçi ve pek çok toplumcu metnin göz ardı edilmesine, görmezden gelinmesine yol açabiliyor. Hâlbuki sanat eseri – bu örnekte edebi bir yapıt – aktarıcısının eğilimleri kadar alımlayıcısının düş ve düşünce gücü kadar somutlaşabilir, karşılık bulabilir. Dimitris Sotakis’in romanı Soluğun Mucizesi, alımlayabildiğimiz kadarıyla soyut bir somutluğa tekabül etti, üzerimizde.
Yalnızca Yunanistan’ın değil, çağdaş dünya edebiyatının da öne çıkan yazarlarından Sotakis’in 2009 yılında kaleme aldığı Soluğun Mucizesi, avam/ana akım bir kitabı çağrıştıracak başlığını aynı tonda besleyecek şekilde, “soluk kesici” klişesinin tam olarak hakkını veren, içe dönük fakat aleni simgeselliğiyle göründüğünden/okunduğundan fazlasını barındıran, katmanlı bir soluksuzluk örneği. Roman, kapitalizmin 2008 krizinin, diğer ülkelere nazaran ayyuka en çok çıkan kurbanı halindeki Yunanistan’ın buhranından filizlenmiş olsa da, türümüzün ürünü ancak türümüzün özüne düşman serbest piyasa ekonomisinin küresel zaferi kapsayıcılığında evrensel bir anlatı. Romanın yazıldığı yıla ve yakın dönemin toplumsal kırılmalarına aşina olmayan okur için fazlasıyla örtülü olarak arka plana motif şeklinde iliştirilen ekonomik kriz, ana karakterin boyun eğdikleri ve boyun eğiş şeklinden hareketle, hararetli bir halde, toplumcu gerçekçilikten koparken, toplumun gerçekliğe bağlanıyor.
Evrimimizin tüm getirilerini hiçe sayarak, toplumları yığınlara dönüştürdükten sonra hayatta kalma müştereğinde kümeleyen küresel sistem, aynı kitleleri tüketimi körüklemek adına zaman uzamından soyutlayıp şimdiki zamana çakılı kılıyor. Ne var ki şimdiki zamanın ele geçirilemezliği gerçeği karşısında, hayatta kalmak adına, yaşamayı ıskalayan/öteleyen/beceremez hale gelen bireyler tümülüsünde, Soluğun Mucizesi’nde olduğu gibi, hiçliğin despotluğu hüküm sürerken hırpalanmış düş gücünden filizlenebilen en yaratıcı hayal, tüm bu maruz kalınanların yaşama yönelik bir prova, hazırlık süreci olduğu yönünde. Elbette, tüm bu provaların ardından, sahne alma şansına hiç sahip olunamayacağı hesaba katılmalı. Böylesi bir gerçeklik, hiç kuşkusuz, toplumsal gerçekçi akımın baş tacı ettiği, umut aşılayacılığının yanında umut kırıcı bir soluğa yol açıyor. Peki, hangisi gerçekçi? Türümüzün evrimsel sürati, türümüzün doğal halinin çaresizliği, zayıflığı sayesinde, rekabet yerinde dayanışma ile gerçekleşti demek, gerçekçi değil mi?
Sotakis’in, toplumsal bir kriz anını, insani değerleri, ahlakı ve iradeyi, ana karakteri ve okur üzerinde adeta sabır sınaması ile aksettirmesi, yazarın “Batı”lı ufkuyla buluştuğunda, akla Haneke sinemasını ve dahası, yaratıcılıklarından bihabermişçesine Yunan Yeni Dalgası olarak adlandırılan, Lanthimos ve Makridis’te örneklerini izlediğimiz filmleri akla getiriyor. Saçmanın, uçların ufukta kabul edilebilir bir noktada görünür olmaları, tehlikenin, “tüketim toplumu” kavramının – yaratıcısı Baudrillard’ın, kavramı layık gördüğü – Kuzey Atlantik ülkelerini aşıp, sirtaki ve dolma seviyesine indirgediğimiz komşumuza, bize, tüm insanlığa ulaştığının altınız çiziyor Sotakis.
Tıpkı kitabın kendi örüntüsü gibi, görünenden/bilinenden çok daha engin bir entelektüelliğe sahip, psikiyatrist ve yazar Yılmaz Okyay‘ın çevirisiyle Türkçeye kazandırılan Soluğun Mucizesi’ne, DeliDolu Yayınları’ndan ulaşılabilir.