Doğu Geceleri – Fatih Filizay

Cami ve şarabı kucaklatınca ben

Bir Allah anlayacak

Boşluktan çınlayan sokaklara, ferah rüzgârlara

Ansızın uçuşan kıyafetlere, çapkın alfabelere bir

Özlem var yokuş aşağı büyüyen

Yeri çatırdamamış cadde kimlerin sükûtudur yakalım

Karanlıktan kavrulmamış her sıcak dilsiz

Kötü ve belirsiz eğilmelerin yuvasıdır darabalar

Bolca kireç, toz, kan. Sabahın bali kırıntıları

Ağız dolusu anlatmak, sona uyuşmak, gerçek ten

Sevişmek gözcüsüyle kazınır derinlere

Kirli sıralarda işi yok perdelerin

Sinemasız kalmış bir kent iyi ışık almaz

Yakın çekimler nerde yaşanacak

Uzun bakışmalar, tereddütlü dudaklar

Avucun neresine ne şiddette sığacak bu anlam

Gidememek gibi yakıcıdır

Dudaklardan bacaklara inen kuraklık

Kahvehaneler çok bağırtılı bir kaçışın göbeğinde duruyor

Her çay sıcak yataktan

Parklarda kadınların küfrü aletlere

Dil ve dudağa izinse ancak salgıyla çimenlere

Yemyeşil bir dereyi nefesler arasına taşımak diyorsanız

3-3-3-2 / 2-2-2-2-2-1 veya her nasılsa

Son dakikalar ve file bekçisi de ceza sahasında

Diller karışıyor, ateş ve gök ve el de

Göğsümü tartıyor mesih şişe

Ben içtikçe yanaşıyorum tanrıya, ya da sakallarım uzuyor sonunda

Mezheplerse bana kızgın

Hâlbuki Tomris dedik mi kendiliğinden içlenir şişemiz

Üç dilli ve bol tüylü köpeğe dokunmak keyifli bir ateşle yakar yüreği

Şarap duraklarında, şarap zemininde

Koca harflerin deliğine sıkıştırılmış şarap şişelerinde

Özgürlük diyerek ünledim

Gençtim, içtim, zihnim kişnedi

Eğimleri etten koparan bu yakıcı koku bir şey getirmese de

Hürriyetle irkilirken içmek, evet

Korunakları kaybolmuş etraflardayım

Sabahın sessiz 75 yolculukları şimdi

Bir ürkek karşıya geçebilme fantezisi

Fabulous kafelerin önünde güleç kadınlar var

Ama herkesi herkesle aldatıyorlar

Okulum burada, kuraldan kuralcı hocalarım

Kavgalarım, edebiyat dersini kurtarma sınavı da

İnadı dökecek miyim gözlerime yoksa

Çok manada ürküten merdivenler mi yolum

Eşyaları soymayan insani bakışlar hangi katmanında korkunun

Gördüm sur hala yakınıyordu gökyüzüne

Gökyüzü de aşkın yüzü oluncaya dek elbet

Silah ve bıçak sesleri, anılarımdan vuruluyorum durmadan

Dünlerim ıslak, gevşemiş

İçecek bir yuva arıyorum düğmelerime güven verecek

Yürümek bir şeylerdi ancak kaplarım yırtılmaz artık

Ah kaçmanın getirdiği ukala esinti, anlayan deniz

Kimin tutsağı oldunuz da birleştirmezsiniz aksayan yolculukları

Yine de o fırtına, bileklerimin gergin kızıllığında beklemektedir beni

Yılgınlığın kavuşmaz yakasına

Neşeli yırtık bir çocuğun bunaltan yapışmasıyla

Kapıları söve tekmeleye açacak bir ergenin hiddetiyle asılıp

Öyle sindireceğim yelkenleri

Kanın aklı yaran şahlanışı bitmeyecek

İçmek diyorum şişeye içmek

Senin kaynağında ıslaklıktan fazlası var

Bir de sabahlara karşı ayaklansak.

Bile bile

Ezgiyle

Şerefe sevgili şişe…

***

Görsel: Karanlık Gece (1923) – Max Ernst

Bunu paylaş: