Cami ve şarabı kucaklatınca ben
Bir Allah anlayacak
Boşluktan çınlayan sokaklara, ferah rüzgârlara
Ansızın uçuşan kıyafetlere, çapkın alfabelere bir
Özlem var yokuş aşağı büyüyen
Yeri çatırdamamış cadde kimlerin sükûtudur yakalım
Karanlıktan kavrulmamış her sıcak dilsiz
Kötü ve belirsiz eğilmelerin yuvasıdır darabalar
Bolca kireç, toz, kan. Sabahın bali kırıntıları
Ağız dolusu anlatmak, sona uyuşmak, gerçek ten
Sevişmek gözcüsüyle kazınır derinlere
Kirli sıralarda işi yok perdelerin
Sinemasız kalmış bir kent iyi ışık almaz
Yakın çekimler nerde yaşanacak
Uzun bakışmalar, tereddütlü dudaklar
Avucun neresine ne şiddette sığacak bu anlam
Gidememek gibi yakıcıdır
Dudaklardan bacaklara inen kuraklık
Kahvehaneler çok bağırtılı bir kaçışın göbeğinde duruyor
Her çay sıcak yataktan
Parklarda kadınların küfrü aletlere
Dil ve dudağa izinse ancak salgıyla çimenlere
Yemyeşil bir dereyi nefesler arasına taşımak diyorsanız
3-3-3-2 / 2-2-2-2-2-1 veya her nasılsa
Son dakikalar ve file bekçisi de ceza sahasında
Diller karışıyor, ateş ve gök ve el de
Göğsümü tartıyor mesih şişe
Ben içtikçe yanaşıyorum tanrıya, ya da sakallarım uzuyor sonunda
Mezheplerse bana kızgın
Hâlbuki Tomris dedik mi kendiliğinden içlenir şişemiz
Üç dilli ve bol tüylü köpeğe dokunmak keyifli bir ateşle yakar yüreği
Şarap duraklarında, şarap zemininde
Koca harflerin deliğine sıkıştırılmış şarap şişelerinde
Özgürlük diyerek ünledim
Gençtim, içtim, zihnim kişnedi
Eğimleri etten koparan bu yakıcı koku bir şey getirmese de
Hürriyetle irkilirken içmek, evet
Korunakları kaybolmuş etraflardayım
Sabahın sessiz 75 yolculukları şimdi
Bir ürkek karşıya geçebilme fantezisi
Fabulous kafelerin önünde güleç kadınlar var
Ama herkesi herkesle aldatıyorlar
Okulum burada, kuraldan kuralcı hocalarım
Kavgalarım, edebiyat dersini kurtarma sınavı da
İnadı dökecek miyim gözlerime yoksa
Çok manada ürküten merdivenler mi yolum
Eşyaları soymayan insani bakışlar hangi katmanında korkunun
Gördüm sur hala yakınıyordu gökyüzüne
Gökyüzü de aşkın yüzü oluncaya dek elbet
Silah ve bıçak sesleri, anılarımdan vuruluyorum durmadan
Dünlerim ıslak, gevşemiş
İçecek bir yuva arıyorum düğmelerime güven verecek
Yürümek bir şeylerdi ancak kaplarım yırtılmaz artık
Ah kaçmanın getirdiği ukala esinti, anlayan deniz
Kimin tutsağı oldunuz da birleştirmezsiniz aksayan yolculukları
Yine de o fırtına, bileklerimin gergin kızıllığında beklemektedir beni
Yılgınlığın kavuşmaz yakasına
Neşeli yırtık bir çocuğun bunaltan yapışmasıyla
Kapıları söve tekmeleye açacak bir ergenin hiddetiyle asılıp
Öyle sindireceğim yelkenleri
Kanın aklı yaran şahlanışı bitmeyecek
İçmek diyorum şişeye içmek
Senin kaynağında ıslaklıktan fazlası var
Bir de sabahlara karşı ayaklansak.
Bile bile
Ezgiyle
Şerefe sevgili şişe…
***
Görsel: Karanlık Gece (1923) – Max Ernst