Box And The Twins Hiç Bitmesin – Onur Keşaplı

Vedalarla boy ölçüşemez, boy veremez, onlara karşı boy gösteremez oluşumda Hint Vedalar’ını okumamamın payı vardır muhakkak (Vedalar’ın veda eylemiyle benzeşmediğini bile bile bu girişi yaparak cehaletimin bilinç sahibi olduğunu kanıtlıyorum). Yine de veda-el-veda karşısında hükmen mağlup olmam, çocukluk ve ergenlikte radikal kayıplar/travmalar tatmamışlığım gerçeği ile daha da saçma sapanlaşıyor, sapla saman karışıyor. Sonlardan ürkme, sonları, bitişleri ve dahası el sallayışları idealize etmenin bir süper kahraman olmaya yetmediğini anladığımda “dünyayı sanat değil, onur kurtaracak” demiş olmalıyım; yoksa bir insan neden İzmir Göztepe’de bir kolejde sürterken “gansgta rap” yapmaya başlasın ki; hem de kendisine Amerikan aksanıyla “onuradam” diyerek? Olacak iş değil…

Veda bocalaması, sanki istiftiymişim gibi, çocukken alınan çikolataları azar azar yiyerek hazzı uzatma bahanesiyle vedayı öteleme planımı suya düşürüyordu, son kullanma tarihleriyle tanışınca. Yine o dönem, Fethiye dönüşü çiğneye çiğneye özdeşleştiğim sakızımla vedalaşırken ağlama nöbetiyle arzu edilmeyecek şekilde ıpıslaklaşmam, bocalamanın boca etmekle apayrı anlamlara geldiğini öğretmiş olmalı. 1989’da, Hatay Sineması’nda, ana kucağında, L’ours izlerken anne ayının kaybına salonda elektriklerin kesilmesi ise anne insanının anlık kaybı eklenince öğrenmeliydim hâlbuki bunu. Üç yaşında bunu becerememiş olduğumu gördüklerinde, ailem benim bir prodigy olmadığımı anlamış olmalı. Acaba nasıl başa çıktılar bu acı gerçekle?

Veda karşısına düzmece serseri/player/bad boy olarak çıkınca işler değişebilirdi belki, asla ve hala bitmeyen ilk gençlik yıllarında ama her cinsten yaşam formları ve mahlûkatlar karşısında bile asgari özneleşmeyi sağlayamayıp düşmanımla yüzleşemeyince, bunun bir mutant gücü olmaktan çok – onurun esamesi okunmayacak şekilde – dandikçe sahayı terk ediş olduğunu görmek tatsızdı. İnsan niçin her defasında diğer yanağını çevirir ki? Hikâyenin bu kısmı ve sonrasında sakızlı, çikolatalı, ayılı komiklikler de bulunmuyor haliyle, neyse…

Tüm bu saçmalıkların saçılmasının sebebi, çok çok sevdiğim Box And The Twins grubundan öğrendiğim “veda” çağrıştırıcı haber/paylaşım aslında. MS teşhisiyle başa çıkmaya çalışan dark pop/dark wave ikilisinin, hastalık nedeniyle, haklı olarak müzikal çağlayışlarını dondurma kararı almaları, benim bencilce kendi nemesisime sarılmama yol açtı. Ne büyük terbiyesizlik!

Yıllar önce bir Güzde, Vinter Severity Index’in A Sudded Cold’uyla açtığım post-punk pandorasını, Boy Harsher, Lebanon Hanover ve niceleriyle dolduran Zeynep Sonat’la öğrendiğim bu küçük ölçekli, hırssız grubu aniden o kadar çok sevmiştim ki yıllardır Müzikçi’de yer vermeye bile kıyamadım. Kıyamadıkça öteledim, uygun, doğru, iyi anı bekledim. Son kullanma tarihi geçen çikolatalardan insan ilişkilerine uzanırken hiçbir şey öğrenmemiş olmamın karşılığını, Box And The Twins’in, kuvvetli bir ihtimal, bir daha sahne almama, yeni albüm çıkarmama kararıyla nasıl başa çıkacağımı düşünmek zorunda bırakılarak aldım. Asla sahip olmadığım Âdemelmasının yerini alabilecek bir şeyler var artık kursağımda – bardağın dolu tarafı, yersen.

Hâlbuki neler neler yazacaktım haklarında; post punk gibi çoğaldıkça azalan, hudutlarının ezberciliğiyle sıradanlaşanlar karşısında Box And The Twins’in ne kadar hassas, çeşitli ve çok sesli olduğunun altını çizecektim. Everywhere I Go is Silence gibi köpürtücü bir albüme, The Smiths ve Gary Numan yorumlayışlarındaki zarafetlerine bakıldığında bile grubun son on yılda türeyen yeniyetmelerin yanında nasıl da özel olduğunun rahatlıkla anlaşılabileceğini yazacaktım – yazdım. Yine de eğer Müzikçi’de yer vermek isteseydim – eğer bir gün istersem – tercihim Perfume Well olacaktı. Her yeni mevsim başlangıcında elimin ve kulağımın gittiği, albenisi yüksek, duyuları açan bu parça, grubun ses dokusunu belki de en az yansıtan şarkı aslında. Fakat gururlu amatör videosu ve çağrıştırdıklarıyla benim önceliğim;

Lafı daha fazla uzatmadan ve de bu metnin bir Müzikçi olmamasından güç alarak Box And The Twins öznelliğimde hemen her gün çalanları paylaşmalı;

Sıradakini belki Özgür Keşaplı Didrickson, Dirimbilim Günlüğü’nün yeni sayısında değerlendirebilir;

Su üzeri ve yüzeyindeyken, kişi denizde açıldığında, batı ufku nerededir acaba?

Gerçeğe ve ciddiyete çağrıldıktan sonra, grubun – şimdilik – son albümü Zerfall‘dan iki parça dinlemeli;

Gloria De Oliveira harikalığını kim sayesinde keşfetmiştik acaba? Box And The Twins düşleyişi…

Kapanışı kendi açılışımla yapmalı belki de; daha doğrusu Zeynep’in keşfettikten sonra benimle paylaştığı ilk Box And The Twins parçasıyla. Böylesi daha keskin ve yerli yerinde olurdu herhalde;

Box And The Twins’in hiç bitmemesini temenni ederken, bir bakıma sırf bende kalsalar bile bitmeyeceklerini bilmek güzel. Öyle ki onları canlı dinleme/izleme hayalinin buharlaşması bile o kadar acıtmıyor. Yeter ki vedalaşmayalım, sonlanış sonlansın, Box And The Twins hiç bitmesin! Yoksa sakız özlemiyle ıpıslaklaşmam ve Endless Summer yerine Sealed With A Kiss dinleyerek dağlanmam kaçınılmaz olacak!

Box And The Twins hiç bitmesin…

http://www.boxandthetwins.com/

https://boxandthetwins.bandcamp.com/music

***

Fotoğraf: Ives Zander

https://www.listentothesilence.net/photo/2018-box-and-the-twins/

Bunu paylaş: