Türümüzün doğası söz konusu olduğunda peşinen yok hükmü verenlerle varlığını ancak ve ancak kötücüllükle eşleyerek kabul edenlerin mutlakça (salakça) yapıları, neredeyse eşit derecede bezdirici. Bu ömür törpüsü, insanın “doğal” halinin, başta pek çok memeli olmak üzere hayvanlar âleminden daha “iyi” ve “doğru” pek çok özellik ve değer barındırdığını unutarak, ısrarla bardağın kirli tarafına odaklanmayı seçiyor. Hâlbuki o güler yüzlü yunuslarla, yumurtasının hiçbir zaman tavada olmaması gereken leyleklerin deforme doğan yavrularını reddeder oluşlarının “doğal”lığı karşısında aynı ahlak/etik temsilcilerinin insan düşmanı olduğu kadar söz konusu türlere de lanet okuyan sosyal medya paylaşımı yapmaları gerekirdi. İnek yiyen köpek severlerin, köpek yiyen inek severleri kınaması ne kadar tutarlı ise, bu durum da ancak o kadar tutarlı olabilir. Ve hâlbuki “doğal” haline bir nevi başkaldırarak – hayatta kalabilmek adına başkaldırmaktan ve bunu yaparken dayanışmaktan başka çaresi olmayan – başkalaşan ve deforme yavrusunu reddetmesi kınanmaya yol açacak şekilde “doğal” olmayan bir tür olarak ne denli muhteşem ve ne denli korkunç olabileceğimizi daha sakin, sağlıklı irdelemek gerekmiyor mu?
“Kurban” adı altında o nefret ettikleri pagan ritüellerin sürekliliğini sağlayanların kalabalığı altında burun tıkalı gezindiğimiz “bayram”larda, bu gibi iç didişmeleri dışa salmamak olanaksızlaşıyor. Sığınmanın sinemada daha serinletici oluşu yadsınamaz. Katarzyna Gondek’in 2017 yılında yazıp yönettiği, Sundance çıkışlı Deer Boy, galiba – tam olarak – şu sıralar izlenmeli. Ne de olsa bir avcının, kafasında çatallaşan boynuzlarla büyüyen oğlunun, türdeşlerinin bir diğer türdeşlerini katledilişine seyirci olmaya mecbur tutulmasının ötesinde bizzat katledişe dâhil olmaya zorlanması, belki de fikren muhtaç olduğumuz zorlayıcı bir deneyimi somutluyor. Dahası, görsel ve – bilhassa Martin Semencic öncülüğünde altı kişinin emek harcadığı – işitsel kanaldaki “leziz” seslerle hazmı zorlaşan Deer Boy, görüntü yönetmeni Maciej Twardowski ve sanat yönetmeni Aleksandra Barlik imzalı sinematografik nüfuzuyla pek çok açıdan göz dolduruyor. “Doğal” olarak sıcak, kanlı tonlar içermesiyle zıtlaşarak soğuk bir renk paletinde ısrarcı olan Gondek’in rejisi iştah kapatırken pek çok soru, sorun ve sorunsalın kapısını aralıyor;