Nedret Gürcan; uzak ülkelerden devşirilmiş merkez-çevre tartışmalarının etkisiyle, toplumsal ve politik düzlemde son birkaç on yıldır maalesef ucuz bir kavrama dönüşen taşranın; “her şeye rağmen” güzelliğini, naifliğini bizlere tekrar ve tekrar hatırlatan yegâne edebiyatçılarımızdandır… Şairin taşrada ürettiklerinin belki de en önemlisi ise 1954-1957 yılları arasında 36 sayı yayımladığı, dönemi itibarıyla “Türkiye’nin tek şiir dergisi” olan Şairler Yaprağı’dır.
23 yaşında iken henüz, şairliğine şiir dergiciliğini de ekleyen Gürcan; Varlık, Yeditepe gibi “edebiyatın aristokratları”nı ağırlayan yayınlarıyla yarışmak için değilse de onlara alternatif bir dergiyi, kendi olanakları ile ve parasal bir karşılık beklemeden kurup yönetir; bugün adlarını duyunca herkesin toparlandığı, o yılların ünlü ve ünlü adayı yazar ve şairlerinin çalışmalarını Dinar’dan Türkiye’ye dağıtır. Ailesi Artvin kökenli ise de kendisinin Dinarlı olduğunu sürekli dile getiren Gürcan; dergisi ile edebiyat tarihimizin en müstesna isimleri arasında yerini alır.
Şairler Yaprağı, Dinar’da el yordamı ile ikinci el bir baskı makinesinde amatörce hazırlanıp ülke çapında bilinir, okunur hale gelir ve sadece “birkaç” örnek verelim; Samim Kocagöz, Attila İlhan, Reşat Nuri Güntekin, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Tarık Dursun K., Metin Eloğlu, Cengiz Tuncer, Oktay Rifat, Cahit Külebi, Cahit Sıtkı Tarancı, Ceyhun Atuf Kansu, Ahmed Arif, Turgut Uyar, İlhan Berk, Edip Cansever, Şükran Kurdakul, Yılmaz Gruda, Ahmet Oktay, Can Yücel, Nurullah Ataç, Orhan Kemal, Kemal Özer, Gülten Akın, Ümit Yaşar Oğuzcan, Özdemir Nutku, Fazıl Hüsnü Dağlarca… gibi büyük edebiyatçılar dergide dönem dönem kalem oynatır.
Döndü Çifçi’nin, Afyon Kocatepe Üniversitesinde, 2005 yılında hazırladığı ve sonrasında Taşrada Şiire Tutunmak (Akçağ Yayınları, 2007) adıyla kitaplaştırılan yüksek lisans tezinde, derginin basım ve yayımlanma süreci şöyle anlatılır: “Gürcan, dergi için gereken maddî yardımı dedesinden görür. Dinar, böyle bir derginin basımı için olanağı olmayan bir ilçedir. İlk iş olarak Isparta’dan pedallı bir baskı makinesi satın alır ve matbaaya usta bulur. Evinin yakınlarında kiraladığı iki göz odaya matbaa kurulur. El dizgili matbaaya harfler teker teker yerleştirilir ve dergi sayfa sayfa basılır. Geceli gündüzlü yoğun bir çalışma başlar. Isparta’dan gelen usta bu çalışma koşullarına dayanamaz ve çareyi 5. sayıda kaçmakta bulur. 27. sayıya kadar dergi, Dinar’a 60 km uzaklıktaki Isparta’da basılır. Daha sonra Isparta’dan bir usta daha Dinar’a getirtilir ve eski matbaa çalıştırılır. İlk günlerde mürekkep ve daha sonraları da kâğıt sıkıntısı çekilir. Gürcan, getirdiği ustaya ucuz bir fiyatla ve taksitle sattığı matbaada, dergisini parasıyla bastırır. Ta ki 35-36. sayıya kadar. Maalesef bu sayının sadece iki sayfası basılır, bu sayı tamamlanamadan bazı nedenlerden dolayı derginin basımına son verilir.”
Ailesinin ticaretle uğraşıyor olması, Nedret Gürcan’ın böyle bir işe girişmesine olanak sağlar; ama şairin parasal gücünü sanat için kullanması, onun edebiyata ve dahi Dinar’a olan sevgisine işarettir. Gürcan, Benim Sevgili Taşram (Dünya Kitapları, 2003) ve Hoşça Kal Dinar (Heyamola Yayınları, 2008) adlı kitaplarında dile getirir; kendisinin büyük şehirlere duyduğu özlem, sadece edebiyatçı dostlarıyla sık görüşememek ve oralardaki kültürel etkinliklere ulaşamamaktan kaynaklanır. Belki de bu yüzden, şair, ilçesinde, elinden geldiği kadarıyla sinema, müzik, tiyatro gibi alanlarda hemşerilerine her zaman katkı sunmaya gayret eder… Örneğin; Metin Erksan’ın Kuyu (1968) filmi Dinar’da çekilir; yönetmen bu süreçte kendisine çok yardımcı olan Nedret Gürcan’a bir jest yapar ve 1965 tarihli Sevmek Zamanı’nı özel bir gösterim düzenleyerek Dinarlılarla buluşturur. Yine, bir dönem parasızlık yüzünden sorunlar yaşayan, Fakir Baykurt’un yönlendirmesi ile Dinar’a gelip Gürcan’ı bulan Âşık Veysel, onun aracılığıyla ilçede dört gece konsere çıkar.
Aile işletmesinde yoğun şekilde çalışan Nedret Gürcan, siyasette de yer alır. Ellili yıllarda tanıştığı Nihat Erim tarafından CHP’ye davet edilen şair, çok uzun süre partide ilçe başkanlığı ve ilçe belediyesinde meclis üyeliği yapar. Bununla birlikte, ticareti ve politikayı hiçbir zaman edebiyat kadar sevemeyen Gürcan, bir özel sohbette, onu vekil olarak Ankara’da görmek isteyen Bülent Ecevit’e, aslında kendisini kastederek, edebiyatçıların siyasette çok başarılı olamayacaklarını düşündüğünü söyler. Bunu üzerine alınan Ecevit’in şaire kırgınlığı senelerce geçmez.
Nedret Gürcan; ticaret, politika ve yayıncılıkla meşgul olurken, kendi üretimlerine de devam eder. Özgün biçemi, dupduru Türkçesi ile şiirimizde özel bir yere sahip olur. Az evvel andığımız Taşrada Şiire Tutunmak adlı çalışmada, Gürcan’ın pek çok yönü ile ele alınan şairliğine ilişkin, Ahmed Arif’in bir değerlendirmesine yer verilir. Şöyle der büyük ozan: “Ben madara lâf etmem. Boynum vurulsa etmem. İnsanı insan, şairi şair olarak değerlendiririm. Harikulâde! Ben de aynı böyle yazmak isterdim.” Bununla beraber, Nedret Gürcan, maalesef, yalnızca altı şiir kitabı yayımlar. Bununla ilgili olarak; şair, okumaya yazmaktan çok daha fazla zaman ayırdığını söyleyecektir.
1995’teki, Dinarlıların yaşamlarında ciddi bir kırılma teşkil eden depremden sonra Ankara’ya taşınan; ama Dinar’la bağını da hiç koparmayan Gürcan, yaşamını yitirene dek, zamanı ve sağlığı müsaade ettikçe, kentteki yerel yayın organları için makaleler kaleme alır.
Burada sadece öne çıkan birkaç çalışmasını aktardığımız Nedret Gürcan’ın, dergisinde yazan ve yazmayan edebiyatçı dostları ile olan ve adeta bir edebiyat tarihi dersi gibi okunabilecek yazışmalarının bir kısmın içeren Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları (Ve Yayınları, 2016) adlı derlemenin yayımlanması ile şairin geçmişte ne kadar önemli işler yaptığı bir kez daha görülür. Turgut Çeviker’in değerli çabaları sonucunda teşkil edilen eser, okurların; A. Kadir’i, Ülkü Tamer’i, Ali Püsküllüoğlu’nu, Aziz Nesin’i, Cengiz Yörük’ü, Kemal Bilbaşar’ı, Muzaffer Buyrukçu’yu, Naim Tirali’yi, Ergin Günçe’yi, Adalet Cimcoz’u, Türkan İldeniz’i ve daha onlarca değerli ismi, Dinar’a gönderdikleri mektuplarla tekrar hatırlamalarını, onların yaşamlarından izler sürmelerini de sağlar.
Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları’nda, Gürcan’la sık yazışan Ahmed Arif ve Cemal Süreya’nın özel bir yeri vardır. Zira ikisi de her fırsatta şaire mektup yollar, onunla dertleşir, ona içlerini dökerler.
Ahmed Arif, 30 Nisan 1956 tarihli mektubunda, Diyarbakır’dan şöyle yazar Gürcan’a: “Ulan evlilik bu kadar doyulmaz bir nimet mi be? Unuttun beni.”
1 Ağustos 1957’de, Ankara Telgraf gazetesinde yaşadığı sıkıntıyı aktarır: “Bugün sözde maaş aldım. 250 liradan elime on lira geçti. Aslında mesele bu da değil. Gazetede gördüğün siktirici yazıların her biri en az 5 lira. Benim yazılaraysa para vermiyorlar.”
Bir hafta sonraki mektubunda, bu kez canı daha sıkkın, hapislik günlerine döner: “Bilir misin, taşaklarımı burdular da 2 yıl karı koynuna giremedim. 6 ay sade kan işedim. Söyle, karın oğlun aşkına, dünyanın hangi namussuz hangi hayın kuluna bu işkence reva görülür?”
Cemal Süreya da Maliye’deki müfettişlik vazifesi ile şehir şehir dolaşırken, Anadolu’nun küçük kentleri ve dahi Ankara, İstanbul ve Paris’ten, yaşadıklarını Nedret Gürcan’la paylaşır. 22 Mart 1955’te, Eskişehir’den yazar: “Yahu! Sen şu çok severek okuduğum Şairler Yaprağı’nın her sayısını bedava olarak adresime yollasana. Her şeye para vermekten bıktık dünyada, usandık.”
18 Ekim 1958’de, Nazilli’den; “Benim gözlerim kuş görüyor, kan görüyor. Şiir yazıyorum. Yazı yazıyorum. Rapor yazıyorum.” der.
İki ay sonra, bu kez gündemi “ince”dir şairin; mektubunu Söke’den postalar: “Kızın adı G. Her hafta iki mektup yazıyor. Uzun çarşaf gibi hem. Çok güzel bir kız. Basit. Kültürsüz. Bana da çok yangın görünüyor. Dediğin gibi hemen evlenmek için çırpınıyor. Ancak ben oralı değilim.”
25 Mayıs 1959’da İstanbul’dan, kitap tavsiyesinde bulunur dostuna: “Yusuf Atılgan’la geçende bir gece içtik. İyi adam. 38 yaşlarında. Manisa’nın Hacıharmanlı köyünde oturuyormuş… Aylak Adam’ı mutlaka oku okumadıysan.”
Gültekin Emre’nin, çalışmayla ilgili, Hürriyet Gösteri (Sayı: 321, Şubat-Mart-Nisan 2017) dergisinde yer alan yazısında vurguladığı gibi, her mektuptan yapılacak birkaç alıntıyla bile koca bir kitap çıkma ihtimali vardır. Turgut Çeviker’in derlemesi, tekrarla dile getiriyoruz belki, bu yüzden çok önemlidir.
Akis, Cumhuriyet ve Milliyet’te inceleme ve yazı dizileri kaleme alan; 2000 yılında, “Salihli Şiir İkindileri” etkinliğinde, “Dionysos Şiir Ödülü”ne layık görülen; ölümüne kadar Ankara Edebiyatçılar Derneği Onur Üyesi olan Gürcan; şiir ve anı kitaplarıyla edebiyatımızdaki saygınlığını, Şairler Yaprağı ile de dergiciliğimizdeki şöhretini sonuna kadar hak etmiştir.
Bugün peki, özellikle bu dergi deneyiminden çıkarılabilecek dersler var mıdır ya da nelerdir?
Bunu net biçimde cevaplamak pek de kolay değil; zira taşra, politik iklimden kaynaklı, artık idarî ve coğrafî bir birimden daha fazlasına, belki de bir ruh haline denk düşüyor. Ayrıca edebiyat, özelinde şiir; artık değişik itkilerle üretiliyor; okurun talepleri piyasaca ve çok önceden belirleniyor; yazar ve şairler, o günkülerden çok farklı karakter ve amaçlar taşıyor…
Ancak şu var; taşrada hep iç içe duran coşku, hüzün, tutku ve kırgınlık; siyaseti, edebiyatı, sinemayı, eleştiriyi, kültürü “başka bir dünya” mücadelesine paralel biçimde yeniden var etmeye çalışan “biz”ler için, “kader” olmayı sürdürüyor.
Nazım Hikmet, “En güzel deniz / Henüz gidilmemiş olandır” diyor. Büyük şairimizdeki, denizi uçakla geçme hazzını yaşayan ve bütün denizleri görmüş birinin “mağrur” ruh hali, “taşra şairi” Nedret Gürcan’da, “Kozamın içinde saklı ipeğim / Bir ucundan tutan olmaz… Deniz vardır bir yerlerde / Deniz kenarları ve dalgaları / Mavi aydınlığa açılan” dizelerindeki naifliğe bırakıyor ya yerini; işte “bizim” bu yalnızlığı ve buruk ümitvarlığı sahiplenmekten ve sevmekten başka çaremiz de galiba bulunmuyor.
2 Eylül 2019’da kaybettiğimiz değerli edebiyatçı Nedret Gürcan’ın anısına sonsuz saygıyla…