Ferhan Şensoy’un isimli isimsiz yüzlerce öğrencisi vardır. Yüzlerce tiyatrocunun hocası-ustası olmasına rağmen, tüm öğrencileri ona “abi” diye hitap ederler. Gerçekten de abi kadar yakın olmuştur bizlere.
O’nunla ilk karşılaşmam şöyleydi; 1978 yılının yaz aylarından bir gün, Metin abimin, Kabataş’ta takıldığı Hilmi’nin Yeri diye bir salaş meyhanesi vardı, oraya uğradım. Akademililerin, tiyatrocuların, sanatçıların da takıldığı hoş bir meyhane idi. Hemen girişinde uzunca bir raf ve içenlerin oturdukları iskemleler vardı; bar gibi. Dışarda uzun saçlı, uzun boylu yapılı biri oturmuş, bir yandan içerken, bir yandan da isteyenlere kitap dolu çantadan, kitap çıkarıp imzalayıp veriyordu. Ben tanımadığım için direk içeri girdim. Abimle içki yudumlayıp sohbetlerken yanına gittim. Her zamanki gibi bana önce bir melemen söyledi. Dışarıdaki kitap imzalayanı abime sordum ‘Kim?’ diye. Metin abimi tanıyanlar bilir, acayip şakacı ve muzur biriydi. Hemen gidip hayranlığımı dile getirip kitap imzalatmamı söyleyerek beni dolduruşa getirdi. Oysa daha kim olduğunu kimse bilmiyorum ki henüz tek bir kitap çıkarmış. Gittim yanına, abimin dediklerini aynen tekrarlayınca, kim tarafından dolduruşa getirildiğimi anladı hemen ve içerideki abime tatlı küfürler savurmaya başladı. Ama ilk kitabı olan Kazancı Yokuşu‘nu da almış oldum.
Aradan iki yıl geçmiş, 1980. Bu arada ben de lisede tiyatroya başlamışım. Rasim Öztekin tiyatro kolu başkanı, ben de yardımcısıyım. Ancak lise tiyatrosu bizi kesmeyince dışarı açılmaya karar verdik. İlk önce Kadıköy Halk Eğitimi Merkezi tiyatro kolunda çalışmalara başladık. Halk Eğitim müdürü o dönem, daha sonra Türk Tiyatrosuna Önemli oyunlar yazacak olan Tuncer Cücenoğlu idi. Kurs hocalarımız ise İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başında bulunan önemli tiyatro adamları-yönetmenleri Oben Güney ile Haluk Şevket’ti. Fakat bu süreç uzun süremedi zira Siyasi nedenlerle Müdür Cücenoğlu görevden alındı ve kursta kapatıldı. Daha sonra İAST adlı politik tiyatro yapan ekibe dâhil olduk. Orası da askeri darbe sonrası kapanmak durumunda kaldı. Biz de açıkta kaldık.
Rasim, ben ve Semih Özgenel, ne yapacağımız konusunda düşünmeye başladık. Bu esnada gazetede bir habere rastladık. Ali Poyrazoğlu–Korhan Abay Tiyatrosu amatör ekiplerine sınavla stajyer oyuncu alacaklarmış. Biz üç arkadaş tiyatroya açız, durur muyuz? Hemen müracaatımızı yaptık ve sınava girdik. Ali Poyrazoğlu, Korhan Abay ve tiyatro eleştirmeni Rahmetli Yaşar ilksavaş karşımızda. Bir masa ve masanın üzerinde Shakespeare’in iki kitabı. Ben girdim içeri ve Ali Poyrazoğlu “Kitaplardan işaretli sayfalardan birini aç ve oku” dedi. Aralara kâğıtlar konarak işaretli sayfalardan birini açtım ki bir satır okudum okumadım “Tamam, çıkabilirsin” dedi. Ne biçim sınavsa bu! Bu biçim yapılan bir sınavda kazanamayacağımız belliydi. Sınav buram buram ofsayt kokuyordu. Nitekim kazanamadık. (Yıllar sonra 1985 de ben Hadi Çaman’da profesyonel tiyatroya başlamış durumdayken, Korkan Abay da Ali Poyrazoğlu’ndan ayrılmış sevgilisi Sedef Ecer ile iki kişilik oyun oynamaktalar. Kadıköy Halk Eğitimde oynarlarken Korhan Abay ile samimiyetim oluşmuş bir gün bana “Gel bir şeyler yiyeceğim, sen de bana eşlik et” dedi. Bir büfeye gittik, sandviç tarzı bir şeyler yerken, geçmişte beni ve Rasim Öztekin’i almadıklarından bahsettim. Korkan Abay’ın şaşkın ve hayret dolu bir tepkisi oluştu “Ciddi misin sen” dedi. Çünkü Rasim çoktan Ortaoyuncular’daki oyunları ile televizyon filmleri ile patlamıştı bile. Sonunda bana o sınavda torpillileri aldıklarını itiraf etmişti.)
Biz bu torpille alınanların yapıldığı sınav sonucunda moralimiz bozulmuş halde şişliden Taksim’e doğru yürümeye başladık. Üç arkadaş bu moral bozukluğunu Çiçek Pasajı’nda biralamayla gidermeye karar verdik.
Ferhan Şensoy da televizyona yazdığı Sizin Dershane ile televizyonda sükse yapmış, kurduğu Ortaoyuncular adlı tiyatrosu ile de Şahları da Vururlar ile kapalı gişe oynamaktadır. Harbiye’de bir salonda başladıkları oyunlarına Beyoğlu’ndaki Küçük Sahne’de devam edeceklerdir. Ferhan abi, Küçük Sahne’yi kiralamış, uzun zamandır kapalı kalan, harabe haldeki bu salonda tadilata girişmiş. Biz üç arkadaş tam da bu zamanda Çiçek Pasajı’na giderken, Küçük Sahne’nin önünden geçmekteydik. Henüz Şahları da Vururlar adlı oyunlarına başlamışlar, afişlerini asmışlardı. Ben durdum, “Ferhan Şensoy, Metin abimin arkadaşı. İki yıl önce kendisiyle tanışmıştım. Gelin bir konuşalım. Belki bize yardımcı olur” dedim ve biz Küçük Sahne’nin merdivenlerini çıkmaya başladık. Loş ışıklı olan fuayeye geldiğimizde, bizim ayak seslerimizle beraber fuayede biri belirdi. Ben önce Ferhan Şensoy sandım, çok benziyordu. Kardeşi Ahmet Şensoy’muş. “Ferhan Bey ile görüşmek istiyoruz” dedik. “Haber vereyim” dedi ve sahnenin bulunduğu salona girdi. 1870 Yılında Abdülaziz tarafından yaptırılan bu binaya, 1960 yılında Haldun Dormen’in girişimiyle üç yüz kişilik tiyatro salonu yapılmış ve küçüklüğünden dolayı da ‘Küçük Sahne’ adı verilmiş. Biz üç arkadaş ürkek, heyecanlı beklenti içindeyken, içeriden bağıra çağıra Ferhan Şensoy çıkıp “Burası otuz yıldır tiyatro. Şimdi mi belediyenin aklına geliyor bir takım sorun çıkarmalar. Yok bu eksik, yok şu eksik, yok ruhsatı yok, yok ebesinin bilmem nesi…” sözleriyle yanımıza geldi. Gözleri alevli, tam bir barut fıçısı. Hoş geldin yok, selam yok, merhaba yok… Sanki en yakın üç arkadaşına dert yanar gibi, belediyenin çıkarttığı zorlukları saymakta; “Kardeşim burası otuz yıldır tiyatro, şimdi mi akılları başlarına geldi?”. Bizim de ağzımızdan “Ya, öyle mi, hayret…” gibisinde destekleyici sözler çıkıyor şaşkınlıkla. Sonunda Ferhan abi toparlanıp, “Kusura bakmayın arkadaşlar. Buyurun” deyince biz derdimizi dile getirdik. “Amatör olarak Tiyatro yapmak istediğimizi, bunun için ne yapabileceğimizi, burada amatör bir ekip oluşturulup oluşturulamayacağını” sorduk. Ferhan abi, bir an için durdu; “Bak bunu düşünmemiştim. Benim için de iyi olur. Siz şimdi gidin, şu salonun tadilatı bitsin, oyunlara başlayalım, bir ay sonra gelin görüşelim” şeklinde yanıtlayınca yüzümüzde resmen güller açtı, içimizi sevinç ve heyecan kapladı. Kendisi ile iki yıl önce meyhanede tanışıp, imzalı kitap almıştım ama onun beni hatırlaması tabi ki mümkün değildi. “Ben Metin Ekiz’in kardeşiyim” dedim, çıkmak üzereyken. Baktı ve gülerek “Benziyorsun zaten” dedi. Heyecan ve mutlulukla yanından ayrılıp Çiçek Pasajı’na geçtik. Ali Poyrazoğlu-Korhan Abay Tiyatrosu üzücü macerasından sonra, hayat bize güzel bir pencere açmıştı. Ki o pencere – özellikle – sevgili Rasim Öztekin için müthiş oldu. Yıllar içinde tiyatronun zirvesine yerleşti, Türkiye’nin gönlünde taht kurdu, Kavuk gibi geleneksel Türk Tiyatrosu’nun simgesine sahip oldu.
Bir an önce günlerin haftaların geçmesi için bir ay sabırsızlıkla bekledik ve bir ay sonra; Rasim, Semih ve ben Küçük Sahne’nin yolunu tuttuk. Bizi gene güzel karşıladı, karşısına alıp düşüncelerini aktardı. “Ben sizlere bir şeyler öğretirken, sizden de öğreneceklerim olacak” diyecekti. Gerçekten Ferhan Şensoy için öğrenmenin-araştırmanın hayatı boyunca sınırı olmayacaktı. Daha o yıllarda, Fransızca ve İngilizceyi ana dili gibi konuşurken bir de Almanca öğrenmeye başlamış; onu da çok iyi konuşur duruma gelmişti. Çalmadığı müzik aleti nerdeyse yoktu. Bize “Bu amatör ekipten, kendi ekollüne uygun oyuncular yetiştireceğini ve bunları Ortaoyuncular’a alacağını” söyledi. Gerçekten yıllar içinde yüzlerce oyuncu yetişecek ve Türk Tiyatrosu’nda yerlerini alacaktı. Ve “Ortaoyuncular’ın oyunu almadığı günlerde – repo günlerinde – bu amatör gurubun nöbeti devralacağını ve oyunlar oynayacağını bunun için de amatör gurubun adını Nöbetçi Tiyatro koyduğunu” söyledi. Söyledi ama ortada üçümüzden başka henüz kimse yoktu. “Üç erkekle olmaz bu işi, birkaç kız arkadaş olmalı” deyince biz “Lisede arkadaşlar var. Onları da alır geliriz” dedik. Öyle söyleyince “Tamam o zaman. Şu gün gelin çalışmalara başlayalım artık” dedi. O gün çıktıktan sonra kara kara düşünmeye başladık. “Kız arkadaşlar var” dedik demesine de, aslında pek de yok. Biz yalnızca kendimizi sağlama alalım, diye bunu dile getirmiştik. Kadıköy’e evlerimize giderken hangi arkadaş gelir okuldan diye tartışmaya başladık. Sonunda, sınıfta o güne dek kadar tiyatro ile ilgisi olmamış Hülya, Leyla ve Şafak adlı arkadaşlarımızı ikna ettik. Onları Ferhan Abi ile tanıştırdık ve çalışmalara başladık. Birkaç çalışma sonra aramıza rahmetli Parkan Özturan ve İbrahim Gündoğan da katıldı. Yıllar içinde Nöbetçi Tiyatro’nun ilk ekibinden profesyonel olarak tiyatroya; Rasim Öztekin, Parkan Özturan, İbrahim Gündoğan ve ben devam ettik. Tiyatroyu meslek olarak edindik. Üç arkadaştan Semih Özgenel daha sonraki yıllarda Ankara’ya yerleşecek ve yazım dünyasını seçerek iyi bir şair olacaktı.
1980-81 yıllarında; haftada iki gün olmak üzere amatör tiyatroda çalışmalara başladık. Çalışmalarda Ferhan abi ağırlıklı olmak üzere doğaçlama yaptırır, sahnede duruş tekniklerini, oyunculuk üzerine çeşitli çalışmalar uygulardı. Sonraki günlerde kendi yazdığı Aşkın Gözüne Gözlük adlı oyunu çalışmaya başladık (Bu oyunu yıllar sonra Tuncay Özinel Tiyatrosu Amorti Duygular adı ile oynadı). Tiyatroda düzgün konuşma; diksiyon, artikülasyon çok önemli. Ben tabii Samsun’dan geleli birkaç yıl olmuş. Ailemin ve yöresel konuşmanın belirtileri hayli fazla. Daha işin başındayım. Yazım dili ile konuşma dilinin bile ayrımında değilim. Okurken de konuşma dilini değil, yazım diliyle konuşmaktayım. Küçük Sahne’nin kulisinde oyunun okuma provalarını yapıyoruz. Oyunda benim okuduğum replikte ‘küçük’ sözcüğü geçmekte. Ben farkında olmadan “Güççük” demişim. Ferhan anında müdahale etti ‘küçük’ dedi. Ben gene ‘Güççük’ demişim. Ferhan abi gene ‘küçük’ bense ‘güççük’. Ferhan abi ısrarla ‘küçük’ diyor, bense doğru söylediğimi sanarak hala ‘güççük’. Arkadaşlar ise gülme krizine girdiler, ben bozularak Ferhan abiye ben de ‘güççük diyorum’ işte diye çıkıştım. Hala yanlış söylediğimin farkında olmadan, doğru söylediğim ısrarıyla. Ne hoş bir ayrıntıdır ki; Şahları da Vururlar‘da İran futbol takımın maç kadrosunu sayma repliği vardır. O replikte “Küçük Şirzat” geçmektedir. Ferhan Abi benden esinlenerek o repliği “Güççük Şirzat” olarak değiştirmişti. Şahları da Vururlar oyununun kitabında da böyle geçer.
Bir gün doğaçlama çalışması yapmaktayız. Ferhan abi bizi guruplara böldü. Leyla adlı arkadaşa çekingen, sevdiğine karşı açılamayan karakteri verdi, bana da ona ilgi duyan ve bu ilgisini/aşkını ilan edecek genç karakteri. Sahnedeyiz, Ferhan abi salonda en ön sırada bizi izliyor. Doğaçlamaya başladık fakat Leyla o kadar çekinken ki ağzından laf çıkmıyor. Aslında canlandıracağı karakterden çok, kendinden kaynaklanıyor. Ben ne desem, “aa öyle mi? “a böyle mi?”… Doğaçlamada başka laf doğmuyor. Ben de zorlanmaya başladım. Laf olsun diye “Elbiseniz de çok güzel” dedim. O da elbisesini tam göğüslerinin üzerinden tutarak hafifçe kaldırarak “Ay bu mu? Dedi. Akabinde benim “evet, içindekiler daha da güzel” dememle, Ferhan abi yerinden fırlayarak kahkahayı koyuvererek “Hasssikktir Turgut be” diyerek odasına geçmişti. Arkadaşlar da kopmuştu, bense çömez olarak ustamızı güldürmenin keyfindeydim.
Ferhan Abi’nin doğum gününü kutluyoruz. Daha doğrusu kutladığımıza pişman oluyoruz.
Yeni bir çalışma günümüzde Küçük Sahne’ye geldik. Amatör ekip olarak dokuz kişiyiz. Fuayede başlama saatini beklemekteyiz. Ferhan Abi içeride, odasında. Biz beklerken, Baykal Kent geldi. “Çocuklar bugün Ferhan’ın doğum günü. Ufak bir hediye alır kutlarsanız, sevinir” dedi. Baykal abinin aklına uyduk. Öyle ya; hocamızın, abimizin, ustamızın doğum günü’ Hemen ne yapalım edelim diye kendi aramızda konuşurken, bu kez Baykal abi akıl vererek “Bir buket çiçek yaptırın, çalışma öncesi sahnede kendisine taktim edin” dedi. Biz “A bak bu iyi olur, harika” diye karşıladık ve kendi aramızda harçlıklarımızla bir çiçek parası topladık. Hemen bir koşu, en yakın çiçekçiden bir buket yaptırdık. Çalışma vakti de yaklaşmıştı. Nasıl vermemiz gerektiğini de rahmetli Baykal abi söyledi. Teknik direktör gibi bize taktik veriyor biz de ona uyuyorduk. “Siz şimdi sahneye çıkın ve dizilin, Ben Ferhan’a haber vereyim” dedi. Dokuz arkadaş sahnede tek sıra halinde, düzgüne sıralandık. Rasim en başta, elinde çiçekle takım kaptanı gibi. Aslında çalışmalar haricinde izinsiz sahneye çıkmamızı yasaklamıştı Ferhan abi. En kızdığı şeylerin başında geliyordu, izinsiz sahnede olmamız. Ama bugün başkaydı. Ne de olsa doğum gününü kutlayacaktık! Baykal abi içeri girmiş, Ferhan abiye haber vermişti. Ferhan abi odasından çıktı ve salonun giriş kapısında belirdi. Bizleri sıra halinde sahnede görünce gözleri çakmak gibi olmuş, sinirle “Kardeşim ne işiniz var sahnede? Ben size izinsiz sahneye çıkmayacaksınız, demedim mi?” diye bir gürledi. Hepimiz korku ve endişeye kapıldık. Hiç birimizden ses çıkmıyordu… Sadece elinde çiçek olan Rasim, kem küm ederek “Şey abi, bugün doğum gününüzmüş, kutlayalım…” demeye kalktı ki daha sözünü bitirmeden Ferhan abi gene gürledi.. “Ne doğum günü kardeşim, benim böyle zırvalıklarla işim yok, ilgim de yok. İnin sahneden…” dedi odasına geçti. Biz süklüm püklüm, hepimizin morali sıfırlanmış halde sahneden indik ve fuayeye geçtik. Bizlere önderlik eden Baykal abi de susmuştu. O da böyle bir tepki beklemiyordu. Meğer Ferhan abi, bu tür özel gün kutlamalarına özel olarak karşıymış.
Ferhan abiyi yakından tanıyanlar bilir; ani çıkışları, parlamaları, fırçalamaları meşhurdur. Ondan fırça yemeyen kalmamıştır. Ben dâhil. Ama onu tanıyanlar gene çok iyi bilir; parlar, bağırır çağırır, beş on dakika sonra hiçbir şey yokmuş gibi gelir, konuşur esprisini yapar, insanın gönlünü alırdı. Gene öyle olmuştu. Daha sonra geldi, özür diledi ve bize bu tür günlere neden karşı olduğunun açıklamasını da yaptı. Çiçeğimizi de verdik sonunda. Daha sonra ki yıllarda doğum günü kutlamalarını kabul etmeye, katılım göstermeye başlamıştı. Bu konuda düşünce ve tavrında belli ki yumuşama olmuştu.
Ferhan abi ile ilk yılımızda; çalıştığımız amatör ekibimiz vesilesiyle çok şey öğrendik. Sohbetler ve esprili diyaloglar da bunun parçalarıydı. O yıllarda Ortaköy’de Ziya Bar (Restoran) vardı. Ülkenin en saygın iş adamlarının, sanat dünyasının en ünlü isimlerinin gittiği bir yerdi. İki kez Ferhan Abi, Rasim ile beni götürdü. Bir de o dönemin ünlülerin takıldığı Papirüs Bar vardı Beyoğlu’nda. Dışarıdan pek insan alınmazdı bu mekânlara. İki kez de Papirüs’e götürmüştü içmeye. Bizim için büyük onurdu. Biz bu mekânlara gitmeyi hayal bile edemezdik. Gerçi ileriki yıllarda profesyonel hayata geçince, sürekli takıldığımız mekânlar oldu bu tür yerler. O yılsonunda bir tek Rasim Ortaoyuncular’a geçerek profesyonel oldu. Bense ertesi yıl Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’ne bağlı Deneme Sahnesi’ne geçerek tiyatro hocalığına, yönetmenliğine başladım. Deneme Sahnesi de İstanbul’un önemli amatör ekiplerinden biridir. Bir yıl sonrası Ferhan abi amatör çalışma yapmadı. Ben de Deneme Sahnesi’nde hocalık yaptım, Krallar da Ölür adlı oyunu sahneye koydum ama Rasim ile de Ferhan Abi ile de bağım kopmadı. Zaman Zaman Küçük Sahneye giderek görüşür, özellikle Rasim ile bir yerlere gidip içer, sohbet ederdik. O yıllarda Rasim’lerin Caddebostan’daki evine de giderdim. İki hafta gitmediğim zamanlar, Rahmetli Annesi Şükran Abla ‘Nerelerdesin Eşoğlueşek’ diye tatlı çıkış yapardı. Bakmayın Şükran Ablanın böyle dediğine beni sevdiğinden derdi. Yoksa tam bir İstanbul Hanımefendisi idi.
İlk daktilomu Ferhan Abi’nin verdiği parayla aldım.
1982 sezonun sonunda Ferhan abi Küçük Sahne’yi tahliye etme kararı aldı. Daha doğrusu binayı o dönemin ünlü Bankeri Kastelli alınca Ferhan abiyi çıkartma kararı aldı. Ferhan Abi de askere gitmeye karar vermişti. Beşiktaş’ta bir depo tutmuş, tiyatrodaki malzemeler oraya taşınacaktı. Ferhan Abi, Rasim, ben ve bir de tiyatro çalışanı dekorcusu arkadaş vardı. Ferhan abi, ne nereye konacak, nasıl gidecek talimatları veriyor, biz de malzemeleri-eşyaları toparlıyorduk. O kadar çok kostüm, ışık malzemeleri vardı ki… Hepsinin bir kaç sandığa konması gerekiyordu ama ortada sandık falan yoktu. Babamdan kaynaklanıyor olacak (Babam çok iyi marangoz ustası idi dört erkek kardeşin de eli yatkındı bu işlere) ben hemen keseri-testereyi ele alarak işe koyuldum. Dekor parçalarından dört sandık yaptım, hem de kapaklı, menteşeli. Bir ara kendimi öyle kaptırmışım ki sandık yapımına, sahnede uzunca bir tahtayı bacaklarımın arasına almış, üzerine çökmüş halde kan ter içinde testereyle kesmeye uğraşırken, Ferhan abi de durmuş beni izliyormuş meğer. Rasim’e dönüp “Turgut tahtanın ırzına geçmeye çalışıyor” demişti. Sonraki yıllarda uzun yıllar hem müdürlüğünü hem de oyunculuğunu yapan arkadaşımız Ertaç Özden, “O sandıkları on yıl turnelerde kullandık” demişti. Ne sağlam sandık yapmışsam.
Tiyatroda ne var ne yok, toparladık, kamyona yükledik ve Beşiktaş’ta tuttuğu depoya götürdük. Oradan da bizi Ortaköy’de Ziya Restorana içmeye götürmüştü. Hiçbir beklentim olmadan, severek yardım etmiştim ama Ferhan abi, içinde para olan zarfı uzatmıştı. Hiç beklemediğim için ben almamakta ısrar ettim. Zorla verdi. O günkü parayla 5 milyondu. O parayla ilk daktilomu almıştım ve odaktilo ile ilerleyen yıllarda, önce onlarca radyo oyunu yazdım. Daha sonrasındaysa 96 bölüm TGRT’ye 96 bölümlük Komşular dizisini yazdım.
Ferhan abinin askere gittiği esnada Banker Kastelli batınca neyi var neyi yok devlet el koymuştu. Devletin eline geçen Küçük Sahne’nin de bulunduğu yüz elli yıllık bu muhteşem bina, Kültür Bakanlığı’na devredilmiş oldu. Kültür Bakanlığı’na geçince Ferhan Abi de tekrar Küçük Sahne’ye döndü, yeni sezonu da burada açtı… Bu arada askerlik görevine de başladıktan, acemi birliğinden sonra Harbiye Ordu Evi’ne gelmişti.
Askerliğini er olarak yapıyordu yapmasına, ama Ferhan abi sürekli tiyatroda; ordu evine kafasına esince gidiyordu. Askerliği boyunca oyunlarda oynamadı, sadece yazdı yönetti. Ben de Ferhan abiden sonra askerliğimin son 7 ayını Harbiye Orduevinde yaptığımdan, Ferhan abi ile bağlantılı anım oldu. Ferhan abinin orduevindeki görevi ayda bir gece düzenlemek ve gecelere ünlü biri getirmekti. Ferhan abi için ünlüleri getirmek kolaydı, bir telefonla işi bitiriyordu. Birini biliyorum; bir geceye katılması için Sezen Aksu’ya bir telefon etmesi yetmişti. Oysa Ferhan Abi Orduevi yönetimine bir ay süresince Sezan Aksu’yu bağlamaya çalışıyorum, diyordu. Tabi orduevi de tolerans gösterdiği kesindi. 1988’de de ben orduevine askerlik için gelmiştim. Orduevi Komutanı Niyazi Albay, kendisine tiyatro oyuncusu olduğumu belirttiğimde bana “Sen ne işimize yarayacaksın ki burada” diye söylenince, Ferhan abinin taktiğini düşünerek “Geceler organize ederim komutanım” dedim. Komutan sertçe “Ferhan Şensoy da aynısını söylüyordu, bir bok yaptığı yoktu. Öyle askerlik bitirdi” demişti.
Ferhan Şensoy’da ikinci dönem amatörlüğüm…
Bir yıl aradan sonra 1982-83 tiyatro sezonunda Ben hala Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’ndeki görevime devam etmekteyim. Burada yeni kursiyerlerle tiyatro-oyunculuk çalışmalarını yönetirken, eski kursiyerlerle de Oktay Arayıcı’nın sevdiğim Rumuz Goncagül adlı oyunun provalarına başladım ve oyunu yönetmekteyim. Ferhan abi de Küçük Sahne’de yeni sezon çalışmalarına başlamıştı. Gene zaman zaman Küçük Sahne’ye gidiyorum, Rasim ile Ferhan abi ile görüşüyorum. Bir gün gittiğimde Ferhan Abi, “Nöbetçi Tiyatro Çalışmalarına tekrar başlayacağım. Yarı amatör yarı profesyonel bir çalışma olacak. Bunun için yetenekli tiyatroya gönül vermiş gençler olsun istiyorum. Halk Eğitim Merkezinde böyle arkadaşlar varsa getirebilirsin” dedi. Ben de yeteneğine, disiplinine güvendiği Celal Belgil‘i aldım götürdüm. Daha sonra Halk Eğitimdeki kursiyerlerimden Ertaç Özden ve İlker Bıçakçı da Ferhan Abinin Nöbetçi Tiyatro’suna dâhil oldular. Bu üç arkadaş da uzun yıllar profesyonel olarak Ortaoyuncular’ın birçok oyununda görev aldılar.
Ben bir yandan Halk eğitim Merkezi Deneme Sahnesi’ndeki çalışmalarıma devam ederken bir yandan da Ferhan Abinin yönettiği ve yazdığı En Büyük Romülüs Başka Büyük Yok adlı oyununda oyuncu olarak çalışmaktayım. Kalabalık bir kadrosu vardı oyunun. Yirmi civarındaydı oyuncu sayısı. Çalışmaların ikinci ayına varmıştık ki bu oyuncu kadrosundan rahmetli Levent Ünsal ile Arzu Bigat aynı zamanda profesyonel kadrosuna alınmıştı. Sevdiğim ve yetenekli bu iki arkadaşı profesyonel kadrosuna almasına içerlemiştim. Çünkü onlar geleli iki ay olmuştu, bense bir yılı aşkın nöbetçi tiyatrodaydım. Bu durumu ikilinin Galatasaray Lisesi’nden olmalarına bağlamıştım ve moralim bozulmuştu. Sonunda ayrılmaya karar verdim. Bir çalışma öncesi, oyunun tekstini tiyatronun müdüriyetinde Ferhan abiye taktim ederek, “Ferhan abi kusura bakmayın, ben burada bir yere geleceğime inanmıyorum” dedim ve tiyatrodan çıkıp gittim. Bu ayrılıştan sonra iki kez Rasim aracılığıyla dönmemi istemişti. Rasim’e “Karadenizli damarı tutmuştur, bir şeye kafayı taktı belli ki, söyle gelsin” demiş. Ancak ben kararlıydım ve dönmedim. Sadece Halk Eğitim Merkezi’ndeki çalışmalara odaklandım ve yönettiğim Rumuz Goncagül’ü sahnelemeye başladık. Daha ilk oyundan sonra büyük ilgi gördü. Haftada bir oynuyoruz ama neredeyse her defasında 650 kişilik salon dolar olmuştu. Oyuncular da yetenekli ve başarılıydılar. Halk Eğitim Merkezi salonunda o tarihlerde Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları da oynuyordu. Hadi Çaman, benim amatör tiyatro çalışmalarımı görmüş ve hayran olmuştu. O yıl beni kadrosuna almasıyla birlikte sürekli gelirim de oluşmuş, profesyonel tiyatroya adımımı atmış bulunmaktaydım.
Ferhan Şensoy beni tiyatrosundan kovuyor
Ben bir yandan Halk Eğitim Merkezi’ndeki çalışmalarıma devam ederken, bir yandan da Hadi Çaman’la çalışmaktayım. İlk yılımda oynamasam da tiyatronun mutfağında çalışıyorum. Yeri geliyor kapıda bilet topluyorum, yeri geliyor dekora yardım ediyorum, yeri geliyor tiyatro müdürüne idari anlamda yardımcı oluyorum. Ortaoyuncular’ın yeni sergileyecekleri, Ferhan Abi’nin oynamadığı ama yazıp yönettiği Anna’nın Yedi Ana Günahı‘nı galası için hazırlık yapıyorlardı. Küçük Sahne’ye uğramasam da Rasim ile sık sık görüşüyoruz, içip sohbet ediyoruz. O Günlerde Caddebostan’daki evlerine gitmiştim. Oyunun hazır olduğu bilgisi gala tarihiyle birlikte söyledi ve “mutlaka gel, bekliyorum” diyerek beni davet etti. Davetiye ise Hadi Çaman Yeditepe adına tiyatroya geldi. Gala günü Hadi Abiyle birlikte gitmeye karar verdik. Hem Yeditepe Oyuncularına mensup olmamdan dolayı hem de Rasim’in ısrarlı daveti sonucunda gitmem gerektiğine inandım. Erkenden karşıya geçtik, Oyunun başlamasına bir saatten fazla vardı. Hadi abi “Saçım başım berbat, ben bir berbere gideyim, daha var oyuna” dedi. Ben de “Tamam abi, sen git. Ben Küçük Sahne’ye geçeyim, orada buluşuruz” dedim. Tiyatroda çalışanlar, oyuncular hepsi tanıdık arkadaşlar ve dostlarımdı. Erkenden giderek biraz sohbet edip hasret gidermeyi düşündüm. Tiyatroya geldim, henüz seyircilerden gelen olmamıştı. Rasim fuayede oturmuş sohbet etmekteydi birkaç kişiyle. Sarıldık öpüştük dostlarla. Beş on dakika oldu olmadı, Ferhan Abi çıktı geldi, etrafa direktifler yağdırıyordu. Beni gördü, sertçe baktı. Ben o sıra Rasim ve o tarihlerde Cumhuriyet’te çalışan gazeteci bir arkadaşla konuşuyordum. Ferhan abi hışımla geldi, hiç beklemediğim bir tepki ve ses tonuyla “Kardeşim bu basın için, sanatçılar için özel bir gala. Herkes gelsin diye bu galayı yapmıyorum ben“ diye çıkışarak beni kibarca kovdu. Rasim’in suratı da iki karış oldu, çünkü beni davet eden oydu. Ağlamamak için kendimi zor tuttum, boğazım düğümlenerek Küçük Sahne’den çıktım gittim. Neye uğradığımı anlamamıştım. Hiç beklemediğim bir tepkiydi ve artık ne Küçük Sahne’ye ayak basacaktım, ne de Ferhan Şensoy ile konuşacaktım. O derece kırıldım, incindim. Günlerce o anın etkisini üzerimden atamamıştım. Ertesi günü Rasim’e “Ben ne dedim de Turgut oyunu seyretmeyip gitti” demiş. Rasim şaşırmış, tabi ben de. Aslında Ferhan abi yaptığını, beni kırdığını anladığı için böyle söyledi. Kim bilir kime kızmıştı da hıncını benden çıkarmıştı. Ne olursa olsun, Ferhan Şensoy defterini kapatmıştım, benim için yok hükmündeydi artık.
Aradan birkaç ay geçmiş, Nöbetçi Tiyatro oyunu çıkarmış, En Büyük Romülüs Başka Büyük Yok’u haftada bir gün sahneye koymaya başlamışlardı. İki ay provasına katıldığım bu oyundaki arkadaşlar ya yüz yüze gelince, ya da haber yollayarak oyunu izlemem için beni davet ediyorlardı. Her defasında gelmeyeceğimi, artık Küçük Sahne’ye ayak basmayacağımı kararlı bir şekilde söyleyerek ret ediyordum. Bunda da kararlı duruşumu sergiliyordum. Bir gün bir sürprizle karşılaştım. Biz Halk Eğitimde Rumuz Goncagül’ü haftada bir gün sahnelerken, Nöbetçi Tiyatro da Küçük Sahnede kendi oyunlarını haftada bir kez sahneliyordu. Ayrı günlerde oynadığımızdan, bir gün bizim oyunumuza tüm Nöbetçi Tiyatro’daki arkadaşlar kocaman bir çiçekle geldiler. Bu beni çok mutlu etmişti. Oyunun sonunda hepsiyle sarmaş dolaş olmuştum. Sonunda teklif yine geldi; “İlk oyuna seni davet ediyoruz. Mutlaka gelmeni istiyoruz.” Ben gelmeyeceğimi, nedenini söyledikçe hepsi de gelmem için ısrar ediyorlardı. “Peki dedim. Bir şartım var. Ben oyun izlemek için geldiğimde Ferhan abi beni kovdu. Böyle bir şeyle karşılaşmamak için, gişeye bir saat öncesinden adıma davetiye yazıp bırakın. Adıma davetiye olmazsa asla girmem tiyatroya” dedim. Hepsi de “Peki” dediler ve bu konuda söz verdiler. Ve Nöbetçi Tiyatro’nun oyun günü kalktım Küçük Sahne’nin yolunu tuttum. Bilenler bilir; Küçük Sahne binanın bir üst katındadır, bir kat merdiven çıkmak gerekir. Hemen alt katta merdiven başında da Gişe vardı. Davetiyemi almak için gişeye gittim. Gişedeki arkadaş daha davetiye sormama fırsat vermeden, arkadaşlar seni yukarıda bekliyorlar, dedi. Davetiye yoktu, geri mi gitsem, girmesem mi ikilemi yaşadım bir an. Ayaklarım beni yukarı taşıdı. Fuayeye girdim, birkaç arkadaşla selamlaşıp öpüştük. Kimdi hatırlamıyorum aralarından biri “Hemen davetiyeni hallediyorum” dedi ve salona geçti. Birkaç dakika sonra Ferhan abi odasından çıkıp geldi, elinde adıma yazdığı davetiyeyi getirip kendi elleriyle verdi. Sarıldık ve öpüştük, yine boğazım düğümlendi. Bu kez de bu güzel jestinden dolayı.
Ferhan Abi ikinci zarf içinde para veriyor
1985 yazı gelirken tiyatrolar sezonu kapandığında ben Hadi Çaman’da oynuyordum. ANAP’lı Eminönü Belediyesi Sultanahmet Festivali düzenleme kararı almıştı ve bu doğrultuda profesyonel bir oyun istedikleri söylenmişti. Hadi Çaman, gidip benim görüşmemi ve oyun başı 250 milyon teklif etmemi belirterek, “Aman ürkütmeyelim, yazın tiyatroya para gelsin” dedi. Eminönü Belediyesi’ne gidip başkan yardımcısı Metin Bey ile görüştüm ve prensipte anlaştım; üç gün üç oyun oynayacağız. Henüz para konuşmadık ama başkan yardımcısı “iki tiyatro olsa iyi olur” deyince ben “Ferhan Şensoy ile konuşurum isterseniz” dedim. Başkan yardımcısı Ferhan Şensoy adını duyunca gözleri sevinçle açıldı “Çok iyi olur” dedi. Oradan çıktım doğru Beyoğlu Küçük Sahne’nin yolunu tuttum Ferhan abi ile konuşmak için. Ferhan abi kabul edecek mi, sorun bu. ANAP sağcı bir parti ve onun yönetiminde olan bir belediyeden teklif götürüyordum. Gittim, durumu Ferhan Abi’ye anlattım. “Olur kardeş. Oyun başı 750 milyon alırım ben” dedi. “Tamam, abi gidip sizin adınıza görüşüp anlaşmaya çalışacağım” dedim. Ertesi gün tekrar belediyeyle görüşüp kesinleştireceğim. Fakat Hadi abi oyun başı 250 milyon derken, Ferhan abi üç misli istiyor. Üç günde 2 milyar 250 Milyon! Müthiş para ama Hadi abi ile Ferhan abinin istedikleri para arasında uçurum var. Karar verdim ben önce iki tiyatro için de oyun başı 750 milyon isteyecektim. Kabul etmezlerse Hadi Çaman için fiyatta indirime gidecektim. Ertesi günü gittim ve Ferhan Şensoy’un da kabul ettiğini söyledim. Başkan yardımcısı “Tamamdır. Üç gün üç oyun istiyoruz. Maliyeti ne olacak belediyemize?” diye sorunca, ben “750 milyon” yanıtını verdim. Başkan yardımcısı “Anlaştık” dedi. Bir tek sorun vardı. Ferhan Abinin oyunun adı Eşek Arıları’ydı. Başkan yardımcısı oyunun adını değiştirip değiştiremeyeceğimizi sormuştu. Malum, belediye ANAP’lı ve ANAP’ın amblemi arıydı. Neyse ki Ferhan Abi bu konuda esneklik gösterdi ve oyunun adını Yargıçlar yaptı.
Temmuz ayında, bir hafta sonu, Eminönü Halk Eğitimi Merkezi’nin salonunda; Cuma, Cumartesi, Pazar günü biz Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları olarak Durdurun Dünyayı İnecek Var oyununu oynadık. Bir hafta sonra da Ferhan abi ve Ortaoyuncular oyunlarını sahnelediler. Bir hafta öncesinden, son oyun sonrasında Çiçek Pasajı’na gitmek için Rasim Öztekin ve birkaç arkadaş karar almıştık. Ortaoyuncuları’nın son oyun günü Eminönü Halk Eğitime geçtim. Oyun sonrası Rasim ve arkadaşları beklemeye koyuldum fuayede. Tüm oyuncular geldi. Onlar da üç günlük yevmiyelerini ya da maaşlarını almak için beklemeye koyuldular. Salonda biri geldi ilk bana “Ferhan abi seni bekliyor” diye seslendi. Şaşırmıştım. Ferhan abi, benle ne konuşacak ki? Kulise geçtim. Ferhan abi bir masa başında… “Buyur abi” dedim. Bir zarf uzattı. “Bu senin” dedi. Para dolu zarfı almak istemedim. “Ferhan abi, ben bu işi sizden para almak için yapmadım. Böyle bir düşüncem de yoktu. Almam” dedim. Ferhan abi “Olmaz! Bu iş profesyonel bir iş. Bu senin hakkın” diye ısrar etti. Zorla bana verdi. Ve zarfta, Hadi Çaman’dan bir ay da aldığım para vardı. Hiç unutmam. Eğer hakkın, alın terin varsa onun karşılığını mutlaka öderdi.
Son Söz…
Son söz dedim ama gerçekte sonsuz sözler, söylenecek Sevgili Ferhan abi ve sevgili Rasim dostumla ilgili. Kiminle az, çok, kiminle daha çok yaşanmışları var. Sadece yakınında bulunan, tanıyanların değil, seyircilerinin de oyunları boyunca yaşanmışlıkları var. Ben ne şanslıyım ki, her iki usta ile de yaşantımın akışı içinde buluştum, tanıştım, anılar yaşadım. Biri ustam hocam, diğeri en yakın dostum-arkadaşım oldu yıllar içinde. İngilizlerin Shakespeare’i, Almanların Brecht’i, Rusların Çehov’u varsa bizim de Ferhan Şensoy’umuz var. Amerika’nın, Fransa’nın, İngiltere ve Almanya’nın ünlü aktörleri varsa bizim de Rasim Öztekin’imiz var. Her ikisinin de kutsal ışıkları bol olsun. Onların yaşarken saçtıkları sanat ışıkları hiç sönmeyecek…