
Engin Ayça’nın bu yazısı önce Cumhuriyet gazetesinde (tarih belirtilmemiş), sonra yazarın Şu Sinema Dedikleri (ArtShop Yayınları, 2016) adlı kitabında yayımlanmıştır.
***
Kapitalist sistemin ideoloji taşıma aracı olan ticari sinema sanki bütün sinema alanına ambargo koymuş gibi. Bu yargı tabii kapitalist ekonomi modelinin etkin olduğu ülkeler için geçerli, özellikle de geri kalmış üçüncü dünya ülkelerinde. Kitlelerin ticari salonlar ötesinde sinemanın diğer ürünlerini izleyebilmek olmaza yakın olanaksız. İki yönden. Biri ticari işletmeler kendi doğal mantıkları sonucu ticari filmleri getirip göstermektedirler, diğeri ise seyirci ticari filmlere öylesine koşullandırılmıştır ki başka tür filmlere gereği gibi ilgi göstermemektedirler. Peki, ticari filmler hep kötü, niteliksiz ürünler midir? Kuşkusuz tümü değil, ama büyük çoğunluğu çöp tenekesine atılacak şeylerdir.
Filmler sistemin ürettiği diğer ticari ürünlerin ötesinde toplumsal, siyasal, kültürel yapıyı belirleyen özelliklere sahip. Bu nedenle çok daha değişik boyutlarda ele alınıp tasarlanmakta, işlevler yüklenmektedir. Kapitalist sistemin yığınları ne şekilde görmek istediği çok açık: tüketen, boyun eğen, yabancılaşmış, bencil, bireysel, az boyutlu…
Talebin kendiliğinden oluşmasını beklemek yerine, oluşmasını zorlamak ya da yapay olarak yaratmak ve onu sonradan değişmez bir gerçekmiş (olguymuş) gibi kabul ettirip, kurala bağlayıp korumak- ve sürdürmek. “Halk (seyirci) bunu istiyor” aldatmacasının aslı bu. Halkın “bunu” istemesini sağlamak ve “buna” sahip çıkarmak.
Geniş kitlelerce tüketilebilecek ürünlerin belli nitelikleri olması gerekir: geniş kitlelerin isteklerine, beklentilerine, beğenilerine karşılık vermek. Dünyanın dört bir yanında yaşayan çeşitli ırklara, uluslara, kültürlere, gelişmişlik düzeylerine sahip yığınların hepsine birden ulaşabilmek için insanın ve toplumların yaşamında ortak bulunan özellikleri bulup çıkarmak gerekir ki bunlar da her çağda ve her yerde insanda ve toplumlarda bulunan ilkel güdülerdir. İşte uluslararası ticari sinema buradan yola çıkarak insanları o noktalardan yakalamaya çalışmakta ve parçası olduğu sistemin isteklerine uygun olarak insanları ve toplumları ortak eğilimler düzeyinde birbirlerine yaklaştırmakta, kaynaştırmakta ve yığmaktadır. Sistem düşünen yığınlar yerine boyun eğmiş, uysal yığınları amaçladığı için filmler seyircilerin duygularına, heyecanlarına ilkel güdülerine yönelmekte, seyircileri pasifize ederek, salt tüketici düzeyde tutacak, bireysel ve bencil eğilimlerini besleyecek, kolay anlaşılır ve algılanır ilkel düzeyde üretilmektedir. Uluslararası ticari sinemanın başvurduğu bu yol, ulusal ticari sinemalar tarafından da izlenmektedir. İkisi arasında ilişki kazanç bakımından bir sürtüşmeyi gündeme getirmesine karşın, ideolojik bakımdan gene de birbirlerini tamamlamaktadırlar. Aslında aralarında belirli bir bütünleşme, uzlaşma söz konusudur.
Kapitalist sistemin ideolojik hedefiyle, ekonomik hedefi bütünleşerek ticari sinemayı her yanda ön planda tutmaktadır. Bu bir egemenlik sorunudur.
Kapitalist dünya film üretiminin asıl çoğunluğunu işte bu ticari filmler oluşturmaktadır. Uluslararası ticari film pazarı ise başta ABD olmak üzere Fransa, İtalya, İngiltere tarafından denetlenmektedir. Uluslararası dağıtım kuruluşları bu dağıtım sistemini, sistemin çıkarlarına uygun bir şekilde gereği gibi değerlendirip, gerçekleştirmektedirler. Bu egemenlik alanlarına ticari özellikler taşısa bile başka ülke filmleri pek sızamamaktadır. Hele başka amaçları ön planda tutan bağımsız çalışmalar, ilerici filmler, üçüncü dünya ülkeleri sinemacıları hem kendi ülkelerinde hem de başka ülkelerde ciddi bir eğitim ve gösterim sorunuyla karşı karşıya bulunmaktalar.
Uyuşturulmak istenen zihinleri açmaya, karşılaşılan sıkıntıları, sorunları gündeme getirip çözmeye, sinemaya başka bir işlev ve misyon vermeye çabalayan çalışmalar genel işleyişi bozmayacak şekilde denetim altında tutularak geniş kitlelere gitmesi önlenmekte, engellenmektedir. Sistemin bu kendini savunma eylemine yığınlar da çelişik bir durumda katılmakta, yabancılaşmanın, morfinlenmişliğin, kişiliksizliğin örneklerini vermektedirler.
Ticari filmler seyircileri çok düşük eğitim düzeyinde insanlara indirgeyip tasarılarını gerçekleştirmektedir. Örneğin ABD’de bu durum enine boyuna incelenip, araştırılıp değerlendirilerek kotarılmakta, kurallara bağlanmaktadır. Bu düzeydeki algılamayı genel bir algılama pratiğine, alışkanlığına dönüştürmek, geniş kitlelerin, yığınların algılamasını bu düzeyde dondurmaktadır. Halbuki toplumların içinde bulundukları durumdan çıkmaları, olan biteni anlamaları için daha üst bir algılama düzeyi gerekmektedir ki bu daha üst bir eğitim, öğretim, bilme, düşünme demektir. Demokrasi eğer bireylerin toplumsal kararlara bilinçli bir şekilde katılması ise, bunun olması için bireylerin buna uygun biçimde donatılmış olması gerekir. Bu olmayınca toplumsal kararlar ancak belirli çevreler tarafından ve belirli amaçlar doğrultusunda halkın dışında alınır, ondan kararın alınmasına etkin katılım değil yalnızca onay beklenir.
Buna koşullanmış bir sinema seyircisini, eğer alışkanlıklarının ötesinde, kendinden bir şeyler bekleyen, onu zorlayan, başka bir düzeyde sözler eden filmlerle karşılaştığında, alışkanlıklarını savunma içgüdüsüyle olumsuz tepki göstermektedir. Kapitalist ideolojiyle bütünleşmiş ticari sinema yapım ve dağıtımcıları için ise, bu durum mevcut film-seyirci ilişkisinin, alışverişinin kendi zararlarına değişmemesi için kaçırılmaz bir fırsattır. Bu seyirci-ticari sinema bütünleşmesi, ittifakı değişik bir sinema yapmak isteyenler, seyirciyle değişik iletişim biçimleri arayanlar için göğüslenmesi gereken bir cephedir.
Dünyanın her köşesinden kıpırtılarını izlediğimiz “Yeni Sinemalar” aslında yeni bir toplum biçimi, yeni bir dünya, farklı insan ilişkileri için uğraş veren sinemacıların yol arayışları, biçim arayışları, sinemayı yeniden tanımlama çabalarıdır. Ortaya çıkan sonuçlar çoğun bir şeyi yoğun yaşamanın, düşünmenin sonucu. Alışılmışın, bilinenin dışında. Seyircinin etkin katılımını bekliyorlar.
Sinema olayı, bütün sanatlar için olduğu gibi ancak seyirciyle tamamlanmaktadır. Ticari sinemanın yarattığı seyirci bir tüketici seyircidir. Alan, verilene tabi olan, tüketen, edilgin, uyuşmuş bir seyirci. Ticari sinema olayı böyle bir seyirciyle bütünleşmekte, tamamlanmaktadır. Yeni sinemacılar ise seyircinin etkin katılımını bekleyen filmlere haklı ve doğru olarak yönelmektedirler. Bu seyircinin değişmesi demektir. Sinemanın yeni bir biçim bulması demektir. Özün, içeriğin, sözün, amacın işlevin, vizyonun düşüncenin, duyguların, duyarlılığın dışa vurumu, insanlaşması olan bu biçim seyircinin katılımıyla ancak son şeklini alacak, geçerlilik kazanacaktır. Burada seyirciye de büyük iş, sorumluluk düşmektedir.
Yeni sinemacıların bu yeni sinema biçimleri arayışı ve seyirciyle kurmak istedikleri ilişkiler oldukça zor sorunları da beraberinde taşımaktadır. Seyircinin değişmesi, yani yeni sinema olayının tamamlanması nasıl olacaktır? Zor ve zorlu bir uğraş isteyen soruları aşmak gerekmektedir. Sistemin kendini savunmak için seferber edeceği bütün güçlere karşı konacaktır. Ekonomik engeller, dağıtım, gösterim engelleri, açık ya da gizli tüm sansürleyici girişimler hazır ve donatılmış olarak durumun sistemin zararına değişmemesi için zamanı ve yeri geldiğinde tarihsel işlevlerini ve misyonlarını yerine getirmektedirler. Bütün bunlardan sonra bir de seyircinin çelişik durumu karşılanacak, çözümlenecektir.
Üzerinde daha durmayı, düşünmeyi, araştırmayı ve yazmayı gerektiren bir sorun-konu bu.