Aydınlatmak fiilinden türeyen aydın kelimesi genellikle eğitim görmüş, kültürlü, bilgili, açık ve ileri görüşlü kimse anlamına gelir. Yani yaşadığı toplumdaki herkesten daha fazla bilgi birikimine sahip olan bu kişinin dış dünyaya bunu yansıtması ve toplumdaki bozuklukları dile getirerek düzeltmeye çalışması beklenir. Aydın kelimesinin yazım dilindeki sorumluluğunu pratiğe dökmek oldukça zordur. Günümüzde herkesin üzerine giydirilmeye çalışılan aydın insan sıfatı giderek popülerleşmekte ve asıl olan amacından saptırılmaktadır. Paranın tüm kapıları açtığı günümüz Türkiye’sinde para eşittir elit insan kavramı ne kadar yanlışsa her üreten ve her eğitimli için kullandığımız bu kavram da o denli yanlıştır. Peki, o zaman kimdir aydın insan? Kimlere aydın insan denmeli? 1982 yılında gösterime giren At filmi tamda izleyicisine bu ve bunun gibi daha nice sorular sorduran bir film. Ali Özgentürk yönetimindeki film gösterime 37 yıl önce girmiş olsa da o yıllardan günümüz Türkiye’sini yansıttığını söylemek mümkün.
Uluslararası birçok ödüle sahip olan Ali Özgentürk, meslek hayatına oyuncu olarak başlamıştır. Devamında, 1968 yılında Türkiye’nin ilk sokak tiyatrosunu kuran yönetmen, 1979 yılında ilk uzun metraj filmi Hazal’ı çekmiştir. Ardından At, Su da Yanar, Çıplak, Mektup gibi filmlerle ulusal ve uluslararası ödüller kazanan yönetmenin At filminin Tokyo’da almış olduğu büyük ödüllerle oldukça ses getirmiştir. Özgentürk ayrıca birçok kişi tarafından bilinmiyor olsa da Atıf Yılmaz yönetimindeki Selvi Boylum Al Yazmalım filminin senaryosunu kaleme almıştır.
Filme dönecek olursak, At, oğlunun kendisi gibi yoksul ve cahil olmasını istemeyen Hüseyin’in (Genco Erkal) oğlu Ferhat (Harun Yeşilyurt) ile birlikte İstanbul’da yaşama tutunma hikâyesini anlatmaktadır. Her ne kadar uzaktan baba – oğul trajedisi gibi duruyor olsa da filmin alt metni fazlasını içermektedir. Hüseyin’in askerdeyken komutanının “siz adam değilsiniz” söylemini bir türlü unutmaması ve her zor durumla karşılaştığında ezilmiş ruhunu bu sözle bağdaştırması kendisinin dış dünyadan kopmasına neden olmuştur. Kendi cahilliğini ve yoksulluğunu okumayışına bağlı tutması oğlu için bir hedef belirlemesine neden olur. Ve film aslında, hayattaki tek ideali olan oğlu Ferhat’ı okutmak için köyden İstanbul’a göç etmesiyle başlar. Hemen hemen her sahnede sistemin çarpıklığını ve yozluğunu yüzümüze vuran yönetmen, dünyanın zenginler dünyası olduğu mesajını da vermeyi ihmal etmemektedir. Bu duruma örnek olarak geçimini sağlayabilmek için oğluyla birlikte işportacılığa başlayan Hüseyin’in işporta arabasını yanlışlıkla dış görünüşüne baktığımızda eğitimli olduğunu düşündüren iyi giyimli bir şehirlinin arabasına çarptığında adamın verdiği sert tepkiyi verebiliriz. Diğer bir örnek olarak ise Ferhat’ı parasız yatılı olarak bir devlet okuluna yazdırmak istediği zaman oradaki memurun “siz devleti babanızın çiftliğimi sandınız, bu çocuğun okuyabilmesi için babanın yani senin ölmüş olman lazım.” cümlesini söylemek mümkün.
Bir yandan elit ve yoksul kesimin çatışmasını izleyicisine göstermeye çalışan yönetmen diğer yandan aydın kesimi de eleştirmektedir. Patronunun Hüseyin’e okumuş aydın insan onlar, hem paraları da var okuturlar Ferhat’ı git götür oğlunu demesi üzerine oğlunu büyük bir heyecanla aydın insanların yanına götürdüğünde yaşamış olduğu hayal kırıklığı tokat gibi Hüseyin’in suratına çarpar. Kendisinden oğlunu satmasını isteyen sözde aydın çift karşısında yaşamış olduğu bu hayal kırıklığı Hüseyin’in arkasına bakmadan kendisini deniz kenarında bulmasına neden olur. Yazının başında değinmiş olduğumuz para eşittir elit insan algısının yanlışlığı filmdeki sözde aydın çiftin üstüne oturtulmaya çalışılmaktadır. Elitlik ve itibarlı olma durumunun günümüzde olduğu gibi 37 yıl öncede para ile iç içe geçmiş olduğu görülmektedir. Nedenlerin sonuçları doğurduğu hayatta karşıdaki kişiyle duygudaşlık kurmadan paranın gücüne sarılarak karşıdakine yardım ettiğini sanmak ve bu durumu elitlik ya da itibarlı olma şeklinde adlandırmak bu sözcüklerin ne kadar yanlış kullanıldığının en büyük göstergesidir. Yönetmen, aydın diye tanımlanan o çiftin üzerinden izleyicisine para kavramının içinde aydın kelimesinin aranmaması gerektiğini ve her kültürlüymüş gibi görünen okumuş kişilere aydın denmemesi gerektiğini açık bir dille göstermiştir. Diğer yandan filmin bütününe baktığımızda patronun çalışanlarına olan davranışı, giyimine bakılarak kültürlü olarak tabir edebileceğimiz o kişi, masa başındaki memurun davranışı ve son olarak eğitim gördüğü için aydın olarak tabir edilen o çifti incelediğimizde aydın kesimin kendini ötekileştirdiğini görmekteyiz. Toplumdaki sorunlara eğilmeden, topluma uzak bir yerde yaşayan aydın insanın yaşadığı coğrafyanın ötesinde bir kimlik oluşturduğunu söylemek mümkün. Biran için gözlerimizi kapatsak ve filmde olan olayların tam tersini düşünsek. Mesela yaşanılan bu olaylar o aydın insanların başına gelseydi ya da başkarakterimiz Hüseyin kendisine yardım edilmesi için uzattığı el tutulmuş olsaydı sizce de hayat daha iyi bir son hazırlamış olmaz mıydı?
Başına gelen her türlü olumsuzluğa karşı sessizliğini koruyan Hüseyin, ruhundaki ve filmdeki kırılma noktalarını izleyiciye göstermeyi başarıyor. Film boyunca her türlü hakarete maruz kalan karakterimiz akşam olup kendi köşesine çekildiğinde tüm gün yaşadığı olayları çocuğun gözünden karşı tarafa yapılan bir hakaretmiş gibi tekrar yaşaması ruhunda oluşan derin yaraları bir kez daha gün yüzüne çıkartırken, aynı zamanda karakterimizin ruhunda sert bir kırılma yaşamasına neden oluyor. Diğer yandan sokağa her çıktığı anda kırmızı çantalı kadınla karşılaşması ve her defasında kadının düşmanlar oğlumu götürüyorlar cümlesini duyması bir süre sonra Hüseyin’in kadını kendi kafasında yarattığı bir imge haline dönüşmesine yol açıyor. Yani kadını metafor olarak kabul edecek olursak herkesten farklı olan Hüseyin şehrin olumsuz şartlarına fazla dayanamıyor ve toplumun istediği bir birey olarak karşımıza çıkıyor. Süreçten çok sonuca odaklanmamızı isteyen yönetmen ise en son ki pazar sahnesinde basit bir kavga sahnesiyle bunu izleyicisine göstermeye çalışmıştır.
Genco Erkal, Suna Selen, Macit Koper, Yaman Okay gibi güçlü oyunculuklar başta olmak üzere filme destek sağlayan yardımcı karakterlerde filme fazlasıyla katkı sağlamaktadır. Oyuncu yönetiminin ve başrolünden yardımcı oyuncusuna kadar ki oyuncu kadrosunun titiz seçimini ve başarısını yönetmen Özgentürk’ün meslek hayatına oyuncu olarak başlamasına bağlayabiliriz. Son olarak ise Okay Temiz’in yaptığı film müzikleri çoğu kişi için ses bandından gelen ve bir anlamı olmayan müzikler olarak tanımlanıyor olsa da bizce filmin kısa bir özetini yansıtıyor.