Mustafa Kemal için Sanat ve Sinema*
“Edebiyatın, her insan topluluğu ve topluluğun hal ve geleceğini koruyan ve koruyacak her oluşumu için en temel eğitici araçlarından biri olduğu kolayca anlaşılır.”
“Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur.”
“İnsanlarda birtakım ince, yüksek ve temiz duygular vardır ki insan onlarla yaşar. İşte o ince, yüksek derin ve temiz duyguları en çok duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen şairdir.”
“Sanatkâr, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.”
“Biz Batı’nınkini saygıyla dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada saygıyla dinlenecek halde olmalıdır…”
“Musikisiz devrim olmaz.”
“Dünyada medeni, ileri ve olgun olmak isteyen bir millet mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir…”
“İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.”
Sanatın çeşitli dallarıyla ilgili bu sözlerin sahibi büyük devrimcimiz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Askeri ve politik alanlarda inanılmaz başarılarını sık sık anımsadığımız büyük önderin sanat konusunda yaptıkları, düşündükleri, hedef gösterdikleri nedense arka planda bırakılır. Hâlbuki Mustafa Kemal’i bu kadar özel yapan ve çağının ötesinde ölümsüzlüğe erişmesini sağlayan belki de sanata verdiği bu büyük önemdir. Edebiyat olsun, resim-heykel sanatları olsun müzik-tiyatro-opera olsun Mustafa Kemal’in sanat sevgisi hep üst düzeydedir. Cephelerde o muazzam askeri dehasıyla ulusumuza zaferler kazandıran Atatürk elinden asla edebi eserleri bırakmamıştır. Kurtuluş sonrasında Kuruluşa sıra geldiğinde de her alanıyla sanatı Anadolu’muza yerleştirmeye çalışmıştır. Yukarıdaki sözlerden bu açıkça görülmektedir. Ancak burada O’nu anarken 7. sanat sinemaya daha 1920’lerden verdiği önemi ve gösterdiği ilgiyi daha detaylı hatırlamak ve hatırlatmak istiyoruz. Öncelikle O’nun sinema günlerine göz gezdirelim.
Atatürk sinemanın sanatsal gücünün yanında kitlesel gününde de bilincindeydi. Bir toplumun belleksiz kalmasının yaratabileceği sorunların farkındaydı. Belgesel sinemaya da gösterdiği ilgi, O’nun gelecek kuşaklara tarihin sanatla aktarılmasına verdiği önemi de vurgulamaktadır. Bu durumu somut bir biçimde gözler önüne serildiği yıl 1932’dir. Kurtuluş Savaşı yıllarının belgeseli hazırlanmaktadır ve Mustafa Kemal, Trakya manevralarında bu belgesel çalışmalarını yürütmekle görevlendirdiği Baransel Paşa’ya “Bitti mi?” diye sorar. Baransel, “Paşam size ait sahnelerin çoğunun hareketsiz fotoğraflardan oluşması nedeniyle film henüz tamamlanamadı” yanıtını verir. Atatürk bunun üzerine şöyle der: “Ben hayattayım. Milli Mücadele’ye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem hali hazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen görev vazifeyi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder bir aktör gibi filmde rol alır hatıraları canlandırırım. Bu milli vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak ancak bu filmle mümkün olacaktır.”
Ancak Büyük Devrimcinin belgesel projesinde rol almasına 1937’de bozulan sağlığı engel olur. Yine de Atatürk bir sinema filminde aktörlük denemesi yapma şansı bulur. 1932’de çevrilen ve Kurtuluş Savaşı’nı konu alan filmler arasında belki de en iyisi olan “Bir Millet Uyanıyor” filminde kısa da olsa kendini canlandırır. Şimdi de Büyük Devrimcinin sinemayla ilgili şu sözlerinin altını çizelim;
“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş, düşünüş farklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğunu ehemmiyeti vermeliyiz.”
Bu geleceğe ışık tutan ve hala tutmakta olan sözler Atatürk’ün sinemayı ne kadar sevdiğini kanıtlamanın yanında günümüzün sözüm ona “küreselleşmecilerine” insan merkezli gerçek küreselleşmenin ne olması gerektiğini de göstermektedir. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 69. yılında saygı, özlem ve hayranlıkla bir kez daha anıyoruz.
Not: Gamze Akdemir’in 17 Mart 2007 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan yazısından faydalanılmıştır.