Azizm Sanat Örgütü’nün aylık yayını Azizm Sanat E-Dergi’nin Aralık 2019 tarihli 144. Sayısı yayında. Eleştiri, görüş ve katkılarınızı bekliyoruz;
İçindekiler
Editörden s. 6
Taksim Hold’em ve Suç Unsuru Filmlerinde Gezi’nin Bakiyesi – Haydar Ali Albayrak s. 10
İki Meşhurumuzun Saf Şiir Üzerine Yaptığı Açıklamalara “Karşı” – Kemâl Hatipoğlu s. 25
Kuzgun – Bilgen Seven s. 29
Ölüme Dair Konuşmalar – Ahmet Ayberk Aykul s. 36
Sebepler Var Mı? – Fırat Tunabay s. 37
Gülcü Çocuk Gülüşü – Ziza Rumas s. 39
Ve İnsan – İsmet Şengül s. 41
***
Editörden
Bireysel ya da toplumsal arada kalmışlığımızı ilk izlenimde katmanlı kılacak sihirli sözcük arafı, çoğunlukla beylik ikilikleri açık etmek için kullanıyoruz. Halbuki sözcük, bir joker – ‘şakacı’ değil – kartı olarak kullanılıp çok daha sofistike tartışmalar yapıyormuş gibi davranmamıza yarayabilir. Word programının sofistike sözcüğü için Türkçe önerilerinin başında yer alan karşılığın “yanıltıcı” olması şaşırtıcı değil. Belli ki şuan biz de bu köşede, tam olarak bunu yapmaya kalkışacağız. Sonuçta “-mış gibi yapmak”, bilimsel gelişmelerin sağladığı verilerle pek çok başlıkta çoktan alaşağı edilen dogmalara rağmen inanç edimine sarılan türümüz için pek de yabancı bir yol haritası olmasa gerek. Kendi kendimizi kandırmakla geçen gündeliğimizde, bizleri alenen kandıranlara karşı, hele de gerçek ötesi/sonrası (post truth) çağında toplumcu bir tepkime beklemek, inançlıların mesih beklentisi kadar gerçek dışı bir hal alıyor. Gangsta rap’in politik/muhalif kanadında yer alan Public Enemy gibi çeviride kaybolmamak adına, daha fazla toplum/toplumsal karşıtı izlenim vermeden, arafımızı açık edelim; ülkemiz, Foucault’nun disiplin toplumu ile Deleuze’ün denetim toplumu aşamalarından ya da seçeneklerinden hangisine daha yakın duruyor?
Okul, hastane, hapishane – ve belki de müze – gibi kapalı mekânlarla somutlaştırılan disiplin toplumunun bireyi kuşatıp, kapatıp, sıkıştırıp şekillendirmesinin, daha akışkan ve metastaz alanıyla imkânına sahip çerçevelemeci bir denetim toplumuna nazaran ülkemizin yönetiliş biçimini daha iyi yansıttığı söylenebilir. Ne de olsa, 1908-1923 hattıyla süratli bir modernist devrim ile köktenci bir dönüşüm geçiren ve bu değişime nispeten kısa sürede uyum sağlayan – öyle ki 21. yüzyıl tek partisinin mutlak gücüne rağmen, başat ilkesi olan laikliği, öykündüğü pek çok batılı devlete nazaran hala muhafaza etmeyi başarmış bir devrim tortusu – toplumsal kilin, faşist görünümlü serbest piyasacı 12 Eylül rejimiyle zıt yontuluşa da pekâlâ uyum sağlayabilir oluşu, ilk bakışta despotluk eğilimine iliştirilebilir. Ne de olsa Magna Carta yüzyılını padişah/tanrı kral kurgulamakla geçiren bir coğrafi konumun, bin yıla yaklaşan zihniyetinde – sözcük ‘reis’ haline bürünmüş de olsa – despotluğu talep eder hale gelmek anlaşılabilir. Fakat bakış açısına göre bu vaziyetin, yönetim ve karar alma gibi meşakkatli bir özneleşme yükünden arınmanın bir yöntemi olduğu düşünülemez mi? Yığınsal bir rıza (araf kadar havalı) temelli başkalaşmış bir disiplin toplumunun, metastaz sağlayıcı bir denetime ihtiyacı var mıdır?
Spinozacı açılımla, türümüzün arzu ve iştah güdülenmeleriyle temellendiği varsayımını kabul edecek olursak, denetimle yetinmek adına disipline razı olmak bir çeşit şark kurnazlığı, faydacılığı olarak okunabilir. Yine de bu, arafımızı çözümlemek adına yeterli değil. Açık alanlarda hak arar hale gelmenin, disiplin toplumunu aşındırması beklenirken, duruma mekânsal bakacak olursak, arayışların somutlaşamaması neticesinde kapalı mekânlara, evlere dönüşün, denetim kılıflı bir disiplin toplumu görünümüne vardığı seziliyor. Bu durumda, özellikle büyük kentlerimizde ve genç-orta yaş eğitimli(!) kuşaklarda, denetim toplumuna özgü, hareket alanı ve muhalefet yapabilme özgürlüğü seçeneğinin giderek seçilmez bir şıka dönüştüğü görülüyor. Foucault’nun modern toplum eleştirisi olan disiplin toplumu kavramının, modernizasyonunu tamamladığı şüpheli bir toplama uygulanmasının baştan yanlışlığı kabul edildiğinde bu pasajlar zaman kaybından başka bir şey değil. Fakat hem disiplin toplumunun buradaki tuhaflığı hem de modernizmi es geçip eklemlenmeyi büyük oranda başarır gibi göründüğümüz post modern çağın denetim toplumu göstergelerinin çoğunluk için hala geçerli olmayışı, arafımızı aşılmazlaştırdığı kadar ikililikten daha baş belası bir düğüme dönüştürüyor. O düğüm ki Büyük İskender’in kurnaz hilekârlığı bile, bu kez işe yarayamayabilir.
Tüm bu laf salatasını meydana getiren, kurum-birey ayırt etmeksizin anbean tanık olunan kitlesel tutarsızlıklarımız kadar, artık romantikleştirmeye bile yeltenilemeyecek şekilde uzak bir geçmişe attığımız Gezi Parkı başkaldırısı ile tetiklenen Haziran Direnişine teğet geçen iki filme dair kapsamlı makale. Michael Önder’in yönettiği Taksim Hold’em ile Süleyman Arda Eminçe’nin yönettiği Suç Unsuru filmlerine yönelik eleştirilerin yanı sıra, 144. sayımız, varoluşçuluğun klasik yorumlamaları kadar kuzgun motifi üzerinden akıma yönelik çağdaş değerlendirmelere de ev sahipliği yapıyor. Yahya Kemal Beyatlı‘yla flört eden anlatı, şiirler ve öykümeler, yılın son sayısını zenginleştiriyor. Arafları düğümleşmelerine izin vermeden aşmak veya sayılarını yapıcı bir hal alma adına, arttırmak için,
Sanatla kalın dostlar.
Azizm’in Notu: Azizm Sanat E-Dergi’nin Ocak 2020 tarihli 145. sayısı için dilediğiniz konuda makale, öykü, şiir, deneme, eleştiri, karikatür, video, resim ve fotoğrafı 6 Ocak tarihine kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza iletebilirsiniz.
***
Görsel: Yirminci Yüzyılın Sonu (1985) – Joseph Beuys