Son – Bilgen Seven

Aşk çocuğun oyuncağı bu anlam telaşında. Beyin uyuşturucusu. Kalp uyuşturucusu. Dil uyuşturucusu. Uykusuz gecelerin macunu. Kelebek yutturan içini hoplatan. O basamakta tutturana tarlalardan çalınmış korkuluklardan kurulmuş orkestra düğün dernek kursun şehir halkı alkış tutsun, hiç doğmamış Romeo ile hiç doğmamış Juliet’in külleri üstüne serpilsin temizleneyim mi bulanayım mı diye düşüne dursun. Kalsın Mecnun akıl da başını alıp uzaklara gitsin.

Bugünkü cinnetimin şerefine elsiz ve ayaksız dolanıyorum limbusta. Tamlığımı ve olmuşluğumu yitirmeme sebep olanı arayıp duruyorum yorulmadan. Öfkemden korkup saklanacak yer arıyorum o da yok. Âlimlerin masasına davetsizim kalan şarapları yudumluyorum sofralardan.  Maytap yakıyorlarmış arkamdan geçtiğim sokaklardan elsiz ayaksızın şerefine diye öyle duydum. Bilincimin hangi köşesine vardım vardığım yer köşe miydi yoksa her çıkıntıyı köşe mi sanıyorum bilemiyorum çıkamıyorum içinden bu labirentin. Başım göğe dokuz kat uzanmış kibrimden en üstte dolaşıyorum yerim her katta hazırken.

Sahi odam hazır bir alt katta ama yukarısı makbul biliyorum. Göğe açılıp hava almak varken alt katlarda işim yok. Çok kalabalık oraları biliyorum, erdiğimden beri gezdim gördüm tebdili kıyafetli.

Nereden geldiğimi söyletmeye zorladı kapıcılar geçenlerde. Soruyla cevap verdim; adı konmamış yer var mı? “yok” o zaman birinin adını söyleyin oralıyım. Kimsin dediler; etli kemikli insandım. İki kardeşten doğma sen ve senin gibilerden. Ne suç işledin dediler; sığamadım dedim.

Tamdım yine de sığamadım doğdum, doğdum eksik kaldım yine sığamadım. Alın size bütün insanlık yoksunluğunun kısaltılmış tarihçesi. Düşünüp duruyorlar burada şarapları yudumlaya durup. Ne var düşünülecek, tamlıktan eksikliğe ilk adım attığın yerin adı limbus. İçinden hiç çıkamayacağın cehennemin ilk katı hoş geldin bebek.

Kutlama yapıyor budalalar gelen bebeklere oturup ağlayacakları yerde. Renklerle kandırıyorlar çocukları. Renksiz ve gök kuşaksız büyüdüm ben hiç şikâyetçi değilim. Koşup koşup aniden karşıma çıkan uçuruma yuvarlanmadım, uçurumu bile bile sindire sindire yavaş yavaş gittim o yoldan, bu yüzden memnunum halimden. Alt katlar hep renklere kanmış olanlarla dolmuş yer kalmamış yatacak. Nasıl da kandırdılar sizi kabul edin. Süs püs, şık şıkıdım, canım cicim, para pul put. Hiç korkmadınız ama korkularınızdan buradasınız.

Buğday büyüttükleri toprağı biçerdöverden geçirip ekmek yapıp yutturdular size. Dövülmüş toprağın mahsulüyle büyümüş buğday geçmiş boğazınızdan, o kadarcıksınız işte. Şimdi çekilin yolumdan dokuz katı arşınlayıp cennete hak kazanma vaktim ruhu eritiyorlarmış orada. Ruhum eriyince huzur bulacağım bilesiniz.

Sonsuzluğu kana kana içesiniz var biliyorum, fresklere model durmanızdan belli. Gitmeden benden duyun yüzyıllardır gelen geçen hayran bakıyor şapelin tavanındaki resmedilişinize. Hiç merakta durmayın yüzlerce yıldır insan aynı insan, uzayda bin adım attı da içine bir adım dönemedi.

Tebliği gelmemiş sayın beni burada şimdilik, misafir sayın, geldi geçti sayın, yer etmeye niyetim hiç olmadı sizden daha yerli dursam da burada. İlintili oturuyorum minderinize görmediniz hiç. Aman sakın o koltukta yer açmayın nerede dursam gidesim var. Ruh tartısına çıkayım da görün hafifliğimi.

Yarınki cinnetimin şerefini cücelere bahşettim keseceğim bacaklarımı geceden. Ruhumu kesip biçecek bıçak buraya sokulmadığından bunlarla oyalanıyorum şimdilik. Cehennemi anladınız mı şimdi? Büsbütün ruhunuzun yaka paça atıldığı kazan. Usunuzun aklınızın fikrinizin yerinde tastamam olduğu yer cehennem. Kaldı mı Mecnun’a bir acıma parçası içinizde?

Kanmayın ilahilere kelimelerle oyuncak gibi oynuyor bu meczup diyecekler birazdan. Meczubun ne işi var cehennemde, aşk olur yana yana kül olur tüter alırsınız cennetinize olur biter. Aşktan geçeni cehenneme atmak hak mıdır adalet mi? Elekten geçmişler düşmüş buraya duysun elalem.

Lime lime edilmişlerin yeri burası geldim geleli yüz elli defa oldu söyleyeli duyan yok. Madem öyle doğrudan geçirin altıncı kata beni. Cezamı soranlar onu umutsuzluk bilsin. Esir perilerin emzirdiği onurum yerli yerinde. Ne düşünürüm ne şairim ben burada senim. Bilincinin kenara köşeye dürüp bıktığı parçasının bir topağıyım.

Kattan kata dolaşacağız el ele.

En baştan burada mayalandım yine başa döndüm sondayım.  

***

Görsel: Angelus Novus (1920) – Paul Klee

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi150

Bunu paylaş: