Mor: Lale Müldür*
İnsanları renklerle nitelendirebilmek zor iştir, bilinir. Fakat anlatılanlardan daha çok şeyi yaşamak isterseniz eğer renklerle, işte tam bu anda şiirler girer devreye. Mor rengiyle anılan bir dişi, sıra dışı olacaktır elbette ve Lale Müldür, mora en yakışan dişidir benliğimce…
Lale Müldür’ü anlatmak yetersiz gelecektir kelimelerle; en iyisi okumak ve bu ilginç kadının kaleminden çıkan her cümlenin akışına bırakmaktır seyr-ü seferlerini hayatın.
Türk oluşu ve kadın oluşundan başka satırları da marjinal kılar şairi. 1956, Aydın doğumludur. Liseyi Robert Kolej’de okumuştur, üniversite eğitimini ise ODTÜ Ekonomi ve Elektronik bölümlerinde birer yıl, Manchester Üniversitesi’nde Ekonomi lisansı ve Essex Üniversitesi Edebiyat Sosyolojisi Bölümünü master derecesi ile tamamlamıştır. Şiir bursu ile Floransa’ya gitmiştir ve yazıları-şiirleri Sombahar, Gösteri, Şiir Atı, Oluşum, Mor Köpük, Yönelişler, Defter, Yeni İnsan ve Yazı dergilerinde yayınlanmıştır. Düz yazı olarak yazdığı Divanü Lügat-it Türk Fransızcaya çevrilmiş ve şiirleri de İbraniceye, İngilizceye çevrilmiştir. Ayrıca 2007 11.Altın Portakal Şiir Ödülü almıştır.
*Şiir
Uzak Fırtına (1988)
Voyıcır 11 (-Ahmet Güntan,1990) Seriler Kitabı (1992)
Kuzey Defterleri (1993)
Saatler/Geyikler (2001)
Ultrazon’da Ultrason (2006)
*Düzyazı
Divanü lügat-it-Türk (1998)
*Deneme Haller Leyla (2006)
*Roman Bizansiyya (2007)
Şiirlerinden kısımlar:
*bizim uslanmaz ruhlarımız hiç kumrulaşabilir mi?
suskuyla yanyana oturan iki kumru… iki sevgili yanyana oturarak
uzun süre hiç konuşmadan yani kumrulaşabilinir mi?
*ESKİL BİR AŞK ÖYKÜSÜ
boynumda yağmurdan bir kolye… ıslak taşlara oturuyorum bugünlerde…
bir siyam kedisi ve ben… pek çok şeyi geriye doğru unutuyoruz… eski rus bir sevgilim vardı…
başka birisini göze alamam bugünlerde… öykü safir aynalı bir salonda geçiyordu… herşey önce çok güzel başlıyordu…
sen, gözünde siyah bir bant, beni dansa kaldırıyordun… ben seni portekizli bir korsan sanıyordum…
sonra ortaya çıkıyordu eski bir rus soylusu olduğun… yelkenbezi fularını çıkarıp… bir reverans yapıyordun… odadan yavaş yavaş herkes, soylu soysuz herkes çıkıyordu… ikimiz bir de kediler kalıyordu… hava alamıyorduk… kapıları mühürlüyorlardı… eskil bir aşk öyküsünün içinde kalıyorduk… biz seni portekizli bir korsan sanıyorduk…
bir siyam kedisi ve ben…
*CAM SESLERİNDEN BİR ANI
kısacık bir andı, bana cam sesleri gibi bir anı kaldı
kısacık bir andı, o çok duyarlı dengeler yansıdı
ipe dizilen inci
dünya ile kişi
ilk yazdı, sonradan saydam birşeyler yağdı
uyum karıştı ince havaya
kısacık bir andı, belki farkında bile değildin sen
ben sonsuz kişiydim, o kapıdan çıkarken
anıların cam kırıkları gibi toplandığı o an
başka anıların anıları geçiyor aklımdan…
*Sevgim sancılarla ulaşır sana Gözbebeklerinde ölüm donukluğu
Birlikte alabileceğimiz biçimlerden söz etme bana Çiğ damlası getir uzun bir iris yaprağında…
*Günlerce uzaklıkları kovaladın Ne olur izleme gün boyu
Bu korkunç kelebek tozu uçuşunu Cam kürelerden bakma bana Büyücü kayığı ile gelmedim ben Menekşe köklerinde arama Boşuna çocukluğunu!
*Yanlış isabeti bu Eros’un Bir bebeğin oyuncağı gibi Kalbimizde ellerimiz şimdi Topla bilyalarımızı
Yarın Hades’e verecekler bizi…