Burjuvazinin Kırlarında Uçuşan Sanat Kelebekleri – Alper Erdik

Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından düzenlenen 25. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde onur ödülüne layık görülmesinin ardından kendisiyle yapılan ve 30 Kasım 2022 tarihli BirGün’de yayımlanan röportajında, oyuncu Metin Coşkun’un, sanat ve siyaset üzerine görüşleri yer alıyor. “Sanat devrimci, yönetimler tutucu” başlığıyla sunulan mülakatta, “İnsanlar geliştikçe yaşamdan talepleri artar bu nedenledir ki yönetimler genellikle sanattan uzak durmaya çalışmışlardır ya da sanatı denetimleri altına almaya çalışırlar” gibi “beylik” sözlerin ardından; sanatçı, yeni “iş”lerinden bahsediyor. Öğreniyoruz ki Coşkun, yakın zamanda (Aydın Doğan’ın torununun oyuncağı) Blu TV ve Disney Plus gibi mecralarda seyirciyle buluşacak yapımlarda yer almış. Yoğun çalışma temposu nedeniyle yoruluyormuş ama bundan da hiç şikâyetçi değilmiş… Görüşmede sıra TRT’nin Masumlar Apartmanı’na gelince de “Masumlar Apartmanı benim bugüne kadar yaptığım televizyon işlerinde en önemli yere sahip” diyor. Burada sussa iyi ama devam ediyor; Metin Coşkun, bir de solcuların sanatla ilişkisine dair ahkâm kesiyor: “… sanatın yaşamımızdaki önemini teorik düzeyde elbette önemsiyorlar ama siyasi çalışmaların yoğunluğu sanata ayırdıkları enerjinin yetersiz olmasına neden oluyor.” Burnun içine tereyağı sürülerek Covid-19 virüsünün etkilerinin hafifletilebileceğini söyleyen dişi pelikanın yönetim kurulu üyesi olduğu kurumun dizilerinden birinde yer almakla, kültür endüstrisinin dijital platformlarında boy göstermekle solculuğun bağdaşıp bağdaşmadığını düşünme zahmetine bile girmeyen oyuncu, anlamsızca, sosyalistlere eleştiri yöneltiyor.

YouTube’da Kutsal Motor adlı bir kanal var. Ünlü, yarı ünlü pek çok kişinin konuk edildiği programları izlemeyenler çok şanslı. Kanalın, politik doğrucu sunucuları da dahil Türkiye’nin sanatçılarının ne kadar cahil, lümpen olduklarının yüzlerce vesikasını içeren “oynatma listesi” mide bulandırıyor. Ama konu maalesef bu kadar basit değil. “Onlar” öyle ama  “bizimkiler” de “onlar”a fazlaca benziyor… SİP-TKP teşkilatına yakın Metin Coşkun’ların ekipten Levent Ülgen var bir de. O da yıllarca Akasya Durağı’nda, En Son Babalar Duyar’da oynamasına rağmen, bununla ilgili soru sorulduğunda, ben Özal’ın yarattığı köşe dönmeci tiplerin eleştirisini yapıyorum, deyip işin içinden çıkıveriyor… Politik söylemlerini ideolojik olarak temellendirmeyen, bunu yapacak sınıfsal aklı bulunmayan sanatçılar maalesef bir iki tane değil, saymakla bitmezler.

Opera sanatçısı Güvenç Dağüstün mesela. Geçen yıl, Altın Kelebek adaylığından çekildiğinde epeyce konuşulmuştu hakkında. Şöyle bir açıklama yapmıştı o dönem: “Bilindiği gibi, Altın Kelebek ödülleri 1972 yılından beri Hürriyet Kelebek tarafından verilmektedir. Günümüzde baktığımızda ise Hürriyet Gazetesi’nin durduğu yer ortadadır. Yandaş basının herhangi bir organizasyonunun kıyısında köşesinde bile olmam benim için mümkün değildir.” Güzel. Yandaş basın dediği, havuz, lağım medyasının yazılı aparatları. Burada sorun yok. Ama herkes şunu anlamıştır ki, beş sene önce aday gösterilse, Dağüstün’ün hiç sesi çıkmayacak; çünkü yarışmanın önceki sürecine, dahası Hürriyet’in gelmişine geçmişine, Simavili Aydın Doğanlı dönemine dair hiçbir itirazı yok. (Muhalif sıfatlı yazar, gazeteci, sanatçıların bu anlaşılmaz Aydın Doğan sevgisi insanı fazlasıyla irrite ediyor.) Ben patronların sanat kelebeği değil, halkın sanatçısı olmak isterim, cümlelerini kuramıyor sanatçı. Ahmet Kaya’yı ölüme götüren sürecin paydaşlarından olan gazetenin ödülüyle işim olmaz, diyemiyor. Diyemez çünkü bilmiyor, anlamıyor, BirGün’deki köşesinde şunları söyleyebiliyor: “Üsküdar’daki Abdülmecid Efendi Köşkü’nde bir sergi başladı 20 Eylül’de: Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç’un teşviki ve Koç Holding’in desteğiyle düzenlenen ‘İsmi Lâzım Değil’ sergisi.” Gittiği sergiyi yazayım derken, Türkiye emekçilerini on yıllardır sömüren para babalarının reklamını yaptığını bile fark edemiyor. Çünkü onun da solculuğu, diğerlerininki gibi, söylem düzeyini aşamıyor.

Aklıma şimdi de BirGün’de yazdığı ve telif konusunu işlediği onlarca yazısıyla Burhan Şeşen geliyor. Evet sanatçı yaratılarının karşılığını almalıdır; ama, Spotify bize çok az para veriyor, diye de sızlanıp durmamalıdır… Şeşen, gruplarının da yolunun düştüğü ve Bülent Ortaçgil ile Fikret Kızılok’un öncüsü oldukları Çekirdek Sanat Evi’ndeki müzik pratiklerini unutmuşa benziyor: “Çekirdek Sanat Evi’nde Mutlu Torun-İhsan Özgen, Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Grup Gündoğarken, Mozaik, Erkan Oğur, İlkin Deniz, Maria Rita Epik, Jak Esim-Cem İkiz, Su Epik, Neşet Ruacan-Selim Selçuk-Oğuz Durukan, Rubby Bastia, Robert Johnson gibi isimler konser verdi. Birkaçının ilk konserleri burada verdikleriydi. Mekânın en önemli kısmı ise verilen konserlerin iki kanallı bir kayıt cihazıyla kaydedilip bir sonraki konsere gelen dinleyicilere ücretsiz dağıtılmasıydı. Bugün her biri büyük bir arşiv değerine sahip bu ‘korsan’ kasetler, fotokopiyle hazırlanmış kapak tasarımlarından kayıt ve dağıtım yöntemlerine dek üretimlerinin her aşamasında bağımsız müziğin ülkemizdeki ilk çekirdeklerindendir (Tayfun Polat, Türkiye’de Bağımsız Müzik – Başlangıç, Kara Plak Yayınları, 2021, s. 122,).

SİP-TKP’li oyuncular ve BirGün yazarları bu bahiste istisna değiller. Reklam seslendiren, her türlü ucuz işin, magazinin içinde olan Sol Partili Nejat İşler’den, banka reklamlarında oynayan ve aynı partiye mensup Cengiz Bozkurt’a, Halkevcilerin sevgilisi medya maymunu Mert Fırat’a kadar uzanır bu liste… TİP’liler, EMEP’liler dışında mı bu bataklığın peki; onlar da İleri Haber’de, yeni e dergisinde Latife Tekin’e övgüler yağdırmakla; Melek Mosso’ya, teşhirci Gülşen’e sahip çıkmakla meşguller.

Solcu olmak, solcu olduğunu söylemek başka, solcu sanatçı olmak daha başkadır. Solcu sanatçılık, sol sanat pratiklerine girişmekle, emekçi halkımızın kavgasına estetik katkı sunmakla, en azından bunun için uğraşmakla mümkündür. Zor evet kabul; ama bu topraklarda bunu yapan insanlar vardı bir zamanlar. Hasan İzzettin Dinamo, Yılmaz Güney, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Orhan Kemal, Enver Gökçe, Ruhi Su mesela… Bu değerli isimler, yoksul halkın içinde yaşadılar, onlar için ürettiler, yazdılar, söylediler. Düzenin nimetlerine tamah etmediler. Yoksulluk, hapislik, sürgünlükle tüketilen yaşamlarında her şeye rağmen hep umutlu oldular. İşçi sınıfının yöneteceği bağımsız bir ülkenin göklerinde ışıldayacak yıldızların ışığını kalplerinde taşıdılar, bizlerle paylaştılar. Sanatta kırmızı çizgimiz onlardır, onların edimleridir.

Bu yüzden de işte, eğer öylelerse gerçekten, solcu sanatçılara düşen; burjuvazinin kırlarında uçuşup duran sevimli kelebekler değil; emekçilerin uçsuz bucaksız ovalarında, başka bir Türkiye mücadelesinin sanatsal, kültürel ayaklarını örmek için kanat çırpan, özgür kelebekler olmaktır.

***

Resim: Hafta Sonu, 1958 – Viktor Popkov

Bunu paylaş: