Edebiyat ve Sinemada Bilimkurgu – Onur Keşaplı

Edebiyat ve Sinemada Bilimkurgu* 

Tür Nedir?

Çeşit ya da tip anlamına gelen Fransızca sözcükten ödünç alınan (ve Latince genus sözcüğünden türetilen) “tür” düşüncesi özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda Aristotelesçi İtalyan –Fransız dirilişinden itibaren edebiyatın sınıflandırılıp değerlendirilmesinde önemli rol oynamıştır. (Dünya Sinema Tarihi, Tür Sineması Rick Altman s–322) Sinemada tür kavramının kullanılışı ise 2. Dünya Savaşı arasında stüdyo sistemine ve sese geçiş ile birlikte yaygınlık kazanmıştır. Bir türün etkili olabilmesi için kişisel hazzı, beklentileri ve katarsisi karşılaması gerekmektedir. Bunun yanında tür filmleri her zaman belli kalıplarla izleyiciye sunulduğundan, ortaya koymak istediği ideolojik ve kültürel düşünceleri daha kolay yansıtabilmektedir. Tür filmleri seyircinin kendi için inşa edilen imge ve anlatışlarla arasında ki ilişkiyi düzenleyerek anlam üretimini sağlamaktadır. Türler belli bir etkileşim süreci içerisinde, kendi tüketimleri için uygun seyirciyi inşa eder, önce bir arzu nesnesi oluşturup sonra da bunu tatmin ederler. Türler içinde oluştukları ilişki ağının ötesinde ki ekonomik ve kültürel yapılanmalarla, öteki temsiliyet sistemleri ile de etkileşim içindedir. Film türlerinin ele alınmasında ve tanımlanmasında görülen bu değişim temel olarak, fikir iklimindeki gelişmelerin sinemaya ilişkin kavramsal çalışma ve tartışmalara yansımasının bir sonucudur(Popüler Sinema ve Türler, Nilgün Abisel).

Bilimkurgu Nedir?

Sinema, edebiyat ve genel olarak sanatla ilgili herkesin günlük konuşmasında kullanabileceği “bilimkurgu”, ne olduğunu hemen kafamızda somutlaştırabileceğimiz  ancak  tanımında  zorlanacağımız  kelimelerden biridir.

Kiminin aklına robotlar, kiminin uzay kimininse yaratıklar gelir. Ansiklopedileri araştırdığımızda ise karşımıza şöyle bir açıklama çıkar: “Bilimkurgu, bilimsel buluşların sağladığı yeni olanakları düşsel bir biçimde yorumlayan türdür. Böylece yeni buluşların nelere yol açabileceğini ve bizi nasıl bir geleceğe götürebileceğini düşündürür.” Bilimkurguda temel olarak teknolojik gelişmenin tetiklediği hayal gücünün etkin olduğunu söyleyen bu güçlü tanım yine de kafalarda soru işareti yaratmakta. İnsan, teknolojik atılımları yapmadan önce düşsel evreninde yeryüzünün ötesine geçemeyen ve bilimkurgusal hayale kapılamayan bir varlık mıydı? Michel Butor kendi tanımında bilimkurgunun “gerçekçilikle sınırlandırılmış düşçülük” olduğunu söylüyor ve türü teknolojinin tekelinden alıyor. Bilimkurguya iki tanımı birleştirerek yaklaştığımızda, insanlığın düş gücünün yarattığı bir alanı ve ilerleyen yüzyıllarda teknolojik gelişmelerle gücünü ve etkisini düşselimizde arttıran bir türü görüyoruz. Kişisel görüşüme göre teknoloji bilimkurgunun insanlıkla macerasında oldukça güçlü bir katalizör görevi görerek türü edebiyattan sinemaya çeşitli alanlarda etkin kılmıştır.

Edebiyatta Bilimkurgu

Bilimkurgunun asıl değineceğimiz alan olan sinemada ön plana çıkması için öncelikle yazın dünyasında etkili olması gerekmiştir. Diğer sinema türlerinde olduğu gibi bilimkurgu türünde de edebiyatın çok güçlü bir yeri vardır. Birçok eleştirmen ve düşünür bilimkurgu yazınının 18. yüzyıl Sanayi ve teknolojik devrimler zamanında ortaya çıktığını söyler. Buna ilk önemli örneklerden biri olarak da ünlü yazar Daniel Defoe’nun dünya ile ay arasında bağlantı kurabilecek bir araç düşleyerek 1705 yılında yazdığı “Birleştirici ya da Dünya’dan Ay’a İletişim” adlı yapıtı gösterirler. İnsanoğlunun aya ilk ayak basışından tam 250 yıl önce daha öyle bir teknolojinin yanından bile geçilemiyorken ortaya çıkan bu eser “gerçekçilikle sınırlandırılmış düşçülük” ün öngörüsünü gözler önüne seriyor. Ancak aya seyahatle ilgili ilkyazımın Defoe’den 1500 yıl önce yazıldığını bilmek durumu daha da ilginç hale getirmekte. Milattan sonra 2. yüzyılda Lukianos, “Olmuş Bir Öykü” adlı eserinde aslında Homeros ve Herodotos gibi kendisinden önceki zamanın büyük yazarlarını alaya almak için yazmıştır. “Olmuş Bir Öykü”de kahraman gemisiyle Cebelitarık Boğazı’nı aşar ve okyanusa açılır. Yakalandığı korkunç ve doğaüstü bir fırtına onları Ay’a fırlatır. Orada Ay’lıların ve Güneş’lilerin savaşına tanık olur. Başka gezegenlerden, yıldızlardan gelenlerin hikâyelerini dinler ve sonrasında tekrar dünyaya iner. Lukianos bu yapıtıyla belki de insanlığın her daim düşlediği aya seyahati yazıya döken ve gelecekte bilimkurgu türünün en önemli kodlarından olacak olan uzay yolcuğunu düşleyen ilk yazar olmuştur. Fakat döneminde çok etkili bir yapıt olamadığından sonraki yüzyıllarda başka bir örneğe rastlayamıyoruz.

Yukarıda da değindiğimiz gibi sanayi devrimiyle birlikte gelen çığır açıcı teknolojik ilerlemeler daha sonra bilimkurgu olarak adlandırılacak yapıtların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Her ne kadar bazıları Jonathan Swift’in ünlü “Güliver’in Gezileri”(1726) kitabını ve Mark Shelley’nin efsanevi “Frankeştayn”ını(1818) bilimkurgu öncüleri olarak gösterse de bu yapıtlar daha çok fantastik anlatıya yakın durmaktadırlar. Ölü bedeni canlandırmayı başaran ancak  ona  eklediği  deli  beyniyle  bir  canavar  yaratan  doktorun  öyküsü ise fantastik  amaç  güttüğü  halde  bilimkurguya  ait  alt  türlerinin  başında gelen “yanlış gelişen deney” olgusunun ilk örneği olarak gösterilebilir. Ancak edebiyatta gerçek anlamda ilk bilimkurgu klasiği neredeyse tüm eserleri birden fazla kez sinemaya uyarlanan büyük yazar Jules Verne’indir. İlk olarak 1864 yılında “Dünya’nın Merkezine Yolculuk”u yazan bilimkurgunun öncüsü Verne, demiryolları ve buharlı gemilerle çığır atlayan ulaşım teknolojisini  hayal gücüyle geliştirerek dünyanın merkezine yönlendirmiştir. Yazarın 1865’te yazdığı “Ay’a Seyahat” ve 1870’te yazdığı “Deniz Altında Yirmi Bin Fersah”ta da ulaşım teknolojisinin ulaşabileceği ilerlemeyi öngören yazar, halen bilim insanlarının ve genel bağlamıyla insanlığın ulaşmaya çalıştığı teknolojiyi görselleştirmiştir. Verne’nin ardılı olarak gösterilen ve bilimkurgu türünün ağırlığını hissettirmeye başladığı 20. yüzyıla doğru evirilmesini sağlayan H.G. Wells ise toplumsal eşitsizliklere ve emperyalist zihniyetlere karşı olan dünya görüşünü bilimkurgu türünde ortaya koymuştur. Bilimkurgunun bir başka alt türü olan zaman makinesini ilk kez ortaya koyan “Zaman Makinesi”(1895) adlı eserinde bu büyük buluşu toplumda var olan sınıf çatışmalarının zaman ötesinde dahi yer aldığını göstermek için araç olarak kullanmıştır. Bir diğer ünlü yapıtı ve yine defalarca sinemaya birebir uyarlanan “Dünyalar Savaşı”(1898) ise uzaylı ve istila gibi türün olmazsa olmazlarını bir araya getirir ve Mars’ın  istilacı güçleri dünyayı ele geçirir. Burada Wells yüzyıllar boyu ezici teknolojik donanımıyla Afrika’yı, Asya’yı ve Güney Amerika’yı acımasızca sömürmüş emperyalist devletlerin, tıpkı kendileri gibi üstün silah gücüne sahip düşman karşısında nasıl korkuya kapıldığını ve yenik düştüğünü anlatır. Özellikle İngiliz ve Amerikan emperyal güçlerini taşlayan bu kitabın 1938 Amerika’sı için ayrı bir önemi vardır. O tarihte CBS radyosunun müzik yayını aniden kesilerek “İstilacı Mars’lıların New Jersey’e indiği” anonsu yapılır. Devam eden yayında dönemin içişleri bakanının sesinin taklidiyle Marslıların yüzlerce Amerikalıyı öldürdüğü söylenir. Bu skeç etkisini hemen gösterir ve en az 24 saatlik bir süreyle Amerikalılar dağlık bölgelere kaçmaya ve saklanmaya başlarlar. Korku ve paniğin etkisiyle bebeğini düşüren kadınlar bile olduğu söylenir. Her ne kadar bu durumun skeçten ibaret olduğu anonsu verilse de Wells’in eserinde amaçladığı etkinin ne kadar güçlü olduğu test edilerek kanıtlanmış olur.

  1. yüzyıl bahsettiğimiz üzere bilimkurgunun hızla yükselişe geçtiği süreç olmuştur. Dünyanın dört bir yanından bulvar gazeteleri tadında ya da edebiyat eserleri gücünde yayınlar çıkmaya başlamıştır. Bu fenomen hızla etkisini gösterirken 1920 yılında Çek oyun yazarı Karel Capek’in yazdığı “R.U.R” adlı tiyatro oyununda insanlar kendilerine benzeyen ama çok daha yetkin bir makine yaparlar. Zamanla bu makinelerin insanlığa egemen olmasının anlatıldığı eserde makinelere Çekçe’de sürekli çalışan anlamına gelen “robot” denmektedir. Bilimkurgu türünün olmazsa olmazı robotların ortaya çıkışı da bu şekilde olmuştur. 1926 yılında ise İngiliz yazar Hugo Gernsback Amazing Stories” adlı ilk bilimkurgu dergisini yayınlamakla kalmadı aynı zamanda dilimizden düşmeyen “bilimkurgu” sözcüğünü de bulmuş oldu. Çok fazla güçlü eserin ortaya çıktığı bu yüzyılda en önemli yazar olarak Isaac Asimov’u görmeliyiz. Özellikle robotlar konusundaki etkin yapıtları ve beyazperdeye de taşınan “I,Robot”(1950) adlı eserinde ortaya koyduğu “Robot Yasaları”yla daha da ilgi çekici bir hal almıştır. İnsanlığı bekleyen gelecekte robotların günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geleceğini öngören yazar “Robot Yasaları”nı üç maddeyle açıklar: 1– Bir robot, bir insana zarar veremez. Ya da hareketsiz kalarak bir insanın zarar görmesine neden olamaz. 2- Bir robot, insanların kendilerine verdiği emirlere uymak zorundadır. Ancak bu tür emirler birinci yasayla çeliştiği zaman durum değişir. 3- Bir robot, birinci ve ikinci yasayla çelişmediği sürece varlığını korumak zorundadır. Şu ana kadar değindiğimiz üç büyük bilimkurgu yazarı ve diğer isimlerin erkek olması bilimkurguda da erkek egemen bir görüntü çizmekte. Ancak 20. ve 21. yüzyılın daha çok fantastik öykülerle ünlü önemli yazarı Ursula K. LeGuin, bilimkurguya kadın bakış açısı getirmenin ötesinde, türün en iyi örnekleri arasında gösterilen sosyal içerikli mesajlarla dolu eserler ortaya koymuştur. 1969’da yazdığı “Karanlığın Sol Eli” genetik mühendisliğin hâkim olduğu bir dünyada, hem kadın hem erkek olabilen insanları anlatır. Kalıplaşmış kadın-erkek tiplerine ve cins ayrımına karşı bir duruş içeren bu romanıyla LeGuin, bilimkurgu türünün en önemli ödüllerine de ulaşmıştır.

Sinemada Bilimkurgu

Sinemada türleri, edebiyat türünden örneklerin etkilediğini biliyoruz. Ancak diğer tüm türler arasından edebiyatın en çok şekil verdiği tür bilimkurgu diyebiliriz. Sayısız uyarlama ve esinlenme arasında bilimkurgu sinemasının kilometre taşları ve kült örnekleri vardır. Bunun dışında edebiyatta bilimkurgunun daha eleştirel olduğu sinemada bilimkurgunun ise doğası gereği “eğlence”ye daha düşkün kaldığını söyleyebiliriz. Fakat bilimkurguyu tüysıklet tür olarak gören ve gerçek dünyadan ve genel bağlamıyla gerçeklikten kaçışın alanı olarak yaklaşılan tavır kabul edilemez. Bilimkurgunun edebiyat ve sinema dünyasında önemli yapıtlarının önemli bir bölümü yarattıkları veya öngördükleri gelecekte toplumsal konuları işlemişlerdir. Teknoloji ve hayal gücü bu alt metinleri işlemelerinde sadece aracı olmuştur.

Sinemada bilimkurgunun ilk örneği elbette bir uyarlamadır. Jules Verne’nin “Ay’a Seyahat”ini 1902 yılında beyazperdeye taşıyan George Melies, başarılı hikâye örgüsünün yanı sıra bilimkurgunun teknolojik görsellikten yararlanarak gitgide güçleneceği bir devrinde açılışını yapmıştır. 1920’lerde    “Frankeştayn” ve “Dr. Jekyll ile Mr. Hyde” uyarlamaları türün devamını sağlamıştır. 30larda Alman Dışavurumculuğunun Amerika’ya yerleşen temsilcileriyle sağlam yapıtlar ortaya koyan bilimkurgu sineması asıl patlamasını 1960lar ve 70lerde yapar. Yine bir uyarlama olan ve defalarca devam filmi çekilen “Maymunlar Cehennemi”(1968), efsane yönetmen Stanley Kubrick’in “2001: Uzay Macerası”, Tarkovski’nin bilimkurgu yazarı Stanislaw Lem’in ünlü romanından uyarladığı “Solaris”(1972) sosyal içerikleri, türün kodlarını kullanma ve sanatsal duruşu asla yitirmeden kült mertebesine ulaşan yapıtlardır. 70ler George Lucas’ın ünlü “Star Wars”u ve Riddley Scott’ın “Alien”ıyla devam etti. Bilimkurgunun etkili yapıtlarını sıralarken türün kodlarından bahsetmemiz gerekirse yapay zekâ(2001: Uzay Macerası), zamanda yolculuk(Geleceğe Dönüş), görünmezlik(Görünmez Adam), robotlar- syborglar(Robocop), yaratıklar(Alien, Predator), kontrolden çıkan teknoloji(Terminator), uzaylılar(Üçüncü Türle Yakınlaşmalar), uzay yolculukları(Star Trek), klonlama(Blade Runner), istila(War of the Worlds) gibi konuları gösterebiliriz. Zamansal olarak geleceği öngören tüm uyarlama ya da kurgusal çalışmalarda karanlık, yıkık, aydınlıktan yoksun hatta yer yer gotik atmosfere sahip kentler ya da gezegenleri görürüz. Öngörülen gelecek genellikle olumsuzdur. Hep karanlıkta kalan şehirler aşırı teknolojiyle kuşatılmış ve hayat görece kolaylaşmıştır ancak izleyiciye tedirginlik hissi verilir. Olağanca teknolojiye rağmen yaşam koşullarında ve ayrımlarında değişen pek bir şey yoktur. Mekân olarak uzaygemisi gibi bir aracın seçildiğini de görebiliriz. Ve hatta tüm film bu araçtaki olayları görürüz. Verne’in ortaya koyduğu ulaşım araçları tarzı beyazperdede birebir uyarlamaları dışında da etkisini göstermiştir. Gelecekten tarih ve mekân verilmesi tercih edilen bir yöntemdir. Bir diğer tarz ise çağ ve mekân boyularının ötesine geçip kendi evrenini gerçeklik kaygısını en aza indirerek ortaya koyan yapıtlardır. “Çok uzun zaman önce uzak, çok uzak bir galakside…” cümlesiyle başlayan Star Wars filmleri bu anlatıma en iyi örnek olabilir. Bilimkurgu türünün sinemada gişe gücü olarak ortaya koyan en önemli yapıttır aynı zamanda Star Wars. Kubrick’in 2001’i ve Tarkovski’nin Solaris’i ise sanat kaygılı sinemayla bilimin işlendiği gerçek anlamda bilimkurguyu en başarılı uygulayan türün en önemli yapıtlarıdır. 70’lerden sonra bilimkurgu b sınıfı tür olgusunu neredeyse aşmış olarak 80li yıllara girdi. Ancak yapıtlarının sayısının artması ve aksiyonun bilim ve kurgunun önüne geçmesi türü tıkadı denilebilir. Bu süreçte “cyberpunk” olarak adlandırılan şekilde gelecek dünyasının bilgisayar suçluları ve geleceğin kent yaşamlarındaki adli vakalara eğilinmeye başlandı. Blade Runner, Robocop ve Total Recall bu akımın kült filmleridir. Türlerin iç içe geçtiği 90lar sonu ve 2000ler sinemasında türün en önemli örneği olarak gösterilen Matrix serisi, dini alt metinler, insan-makine savaşı, sanal gerçeklik, felsefik alt metinle(Baudrilliard) birlikte çığır açıcı görsel efektler ve aksiyon sahneleriyle türün gördüğü son kilometre taşı filmdir. Günümüzde bilimkurgu türü, sinemada kendini tekrar eden ve uzatılan seri filmler dışında aksiyon bombardımanı altında sosyal içerikten yoksun ve  eğlence amaçlı “blockbuster” şeklinde karşımızdadır. Türün ateşleyicisi Hollywood’un öyküsel anlamdaki tıkanıklığı nedeniyle bilimkurgu en azından belirli bir süre yerinde sayacakmış gibi görünmekte.

KAYNAKÇA

  • Geofrey Nowell Smith, Dünya Sinema Tarihi (Kabalcı Yayınevi 1. Baskı, 2003), 322.
  • Nilgün Abisel, Popüler Sinema ve Türler (Alan Yayınları 1. Baskı, 1995), s.
  • Temel Britannica, Cilt 3, 1992. s. 188–190
  • bilimkurgu2000.com Adresindeki makaleler: -“Bilimkurgu Nedir?” Orhan Duru,“Bilimkurgunun Tarihçesi” Orhan Duru, “Sinemada Bilimkurgu” Alim Şerif Onaran, “Bilimkurguda Robotlar, Androidler, Siborglar” Bülent AKKOÇ.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimayis2009

Bunu paylaş: