“Beşir’le Vals’in” Vatan, Görev, İnsaniyet Üçgeninde Türkiye’ye Yansıması*
Son zamanlarda üniversite mezunlarının askerlik görevi süresinin 12 aya, yüksekokul, lise ve ilköğretim mezunlarının ise 15 aya çıkarılmasının planlandığını duyan gençler kara kara düşünmeye başladılar bile. Üniversiteye gitmeyen veya ekonomik sıkıntılar nedeniyle gidemeyen ve pek çok akranından belki de yüksek öğrenimi çok daha fazla hak eden gençlerimizin çoğu askerlik vazifesini bir vatan borcu olarak görmekteyken, üniversite mezunlarımızın çoğunun hayata atılacakları asıl zamanda ayaklarına takılan engel olarak gördüğü ‘askerlik’, 12 ay söylenceleriyle beraber yeniden gündeme düştü. Asıl olarak vicdani ret, bedelli askerlik, yurt dışına kaçma, askerden kaçabilmek için fiziksel kusur edinebilmek amacıyla her şeyi göze alma, okulu uzattıkça uzatma ve çoğumuzun bilmediği yeni taktikler ‘ne kadar işe yarıyor’ u sormaktansa sırası gelenin askerden kaçış amacının hayata devam etmek için yalnızca bir yıllık bir engelden mi ibaret olup olmadığı sorulmalıdır.
Yıllardır bitirilmek istenmeyen terör sorunu, Kürt davasına dönüşmüş ve bu ayrımcılık 1970’lerden itibaren kendini belirgin olarak göstermeye başlamıştır. Yol, su, elektrik ve en önemlisi de iş götürülmeyen doğu toprakları, uzun süre sanki Türkiye haritasında yapbozun tamamlayıcı parçası gibi var olmuş, kitlelerin açlıkla baş edebilmek için batıya göçleri başlamıştır. Açlığın ideolojiye ve bizim vatanımızın bir parçası olan gençlerin çok basit vaatlerle terör kamplarına kaçırılması ve insanlık dışı eğitimin ardından yine kendi vatanına, kendi kardeşlerine karşı salınması askere gidecek olan gençlerimizin de gözünü korkutmakta. Geri döndüklerinde hoş askerlik anılarının ve disiplinin yanı sıra ağır sarsıntılar yaşayan gençlerimizin doğa kanunlarını, mantık dışılığı, şiddeti öğrendiği askerlik günleri, doğu sınırlarında ölümlerle, öldürmelerle, birliğini korumalarla ve canını kurtarmalarla birleşince ürkütücü bir hâl almakta. Aynı ülkeden beslenen ve birbirine kırdırılan masum kalpler, içlerindeki saflık ve dürüstlük yüzünden, onlara neyin doğru olduğunu söyleyene inandıktan sonra bu kıyım daha da kolaylaşmakta.
Kardeş kavimler olarak geçen İsrail-Filistin yıllardır bitmek bilmeyen bir savaş içindedirler. 14 Mayıs’ı 15 Mayıs’a bağlayan gece İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesiyle (1948) bütün Arap ülkeleri, İsrail’e saldırmıştır. Uzun süre bağımsızlığı tanınmayan, Amerika tarafından bile oldukça geç bir zamanda bağımsızlığı tanınan İsrail, Türkiye gibi ordu ve silaha dayalı bir güçle kendini ayakta tutmayı başarmış, yardımı ise çok geç almıştır. Bugün hâlâ İsrail vatandaşlığına geçebilmek, Türkiye vatandaşlığına geçebilmek için yerine getirilmesi gereken bazı kurallara dayalıdır; örneğin askerlik yapmış olmak gibi. İsrail’de kadınlar iki, erkekler ise üç sene askerlik yapmaktalar. 20 yaşına gelen kadınlar zorunlu olarak erkekler gibi askere alınmakta ve en ağır eğitimlerden geçtikten sonra uyum sağlayabilmesine göre cepheye gönderilmekteler. İsrail’de de vicdani ret, askerden kaçma gibi durumlar elbette söz konusu, ancak bu, kişiyi intihara kadar sürükleyebilecek bir manevi baskı ile sonuçlanıyor. Askerden kaçan veya vicdani ret uygulayan kişi iş bulamıyor, dışlanıyor ve vatandaşlıktan men edilebiliyor.
Kimine göre her iki ülke de korku toplumu, kimine göre anlı şanlı devletler. Birinde savaşa karşı olanlar pankart açtığı için tartaklanarak gözaltına alınıyor, diğerinde aynı bölükte vatanını savunan bir batılı genç törenlerle toprağa verilirken, doğulu olan el altından, apar topar toprağa veriliyor.
2008, İsrail/Fransa/Almanya yapımı olan The Waltz With Beshir’in yönetmenliğini ve senaristliğini de Ari Folman üstlenmiş. Filmde kendini anlatan Folman, 1982 Sabra-Şatila kampları kuşatmasında(katliamında) İsrail ordusunda kendisi gibi er olarak görev yapan askerlik arkadaşlarını bularak yaptığı sohbetlerle yaşadığı gerçeklerin yansımasını gerçeküstü bir dünyada bulmakta ve bunu filmine aktarmaktadır. Devletinin uyguladığı politikayı 20 yaşında askere alınan genç Beşir bir kahramanlık hikâyesi gibi yaşarken, yıllar sonra aynı kahramanlığı kâbusu olarak karşısında görüyor. Eli silah tutmak, sünnet kadar önemli her iki ülkede de. Erkekliğe ikinci adımı atış. Ve yine her iki ülkenin din kitabında birini öldürmek günah. Peki, düşman olarak öğretilen birini öldürmek?
Ve inanç…
Gençlerimizin bir kısmı inandığı şeyin bile ne olduğunu bilmemekte, farklılıklara tahammül edememekte, her sorunun şiddetle, “bir cana bin can” ile halledileceğini düşünmektedir. Bir diğer kesim ise devletine, milletine bütünüyle inançsız olup, kendi canını düşünüp askerlikten kaçma peşindedir. İsrail’de durum aynıdır. Bu yüzden Beşir’le Vals, kişinin kendisi, devleti, çıkarları ve insaniyeti namına izlemesi gereken önemli bir filmdir.