“Sanatçı Ahlakı” Nasıl Öğretilecek?*
Son yıllarda artan bir eğilim var: Adına yazarlık atölyesi, yazı işliği vb. denilse de özü, yazarlığın öğretilmesine ilişkin kısa ya da uzun süreli bir ders programı içeren kurslara katılarak, bu mesleğin inceliklerini öğrenmek.
Edebiyatta türlü nedenlerle ilgi duyan, edebiyat ürünleri vermek isteyenler, kendilerini geliştirmek, uğraş verdikleri sanat dalını daha yakından tanımak için böyle bir yola başvuruyorlar.
“Sözcükler” dergisinin eylül sayısında yılların öğretmeni Emin Özdemir, konuyu enine boyuna irdelemiş. Bu atölyelerde yazma sanatı üstüne neler öğretilebilir, buna karşın bu sanatın öğretilemeyecek özellikleri, yazarın yaratıcı gücüne bağlı yanı üstüne açıklayıcı, öğretici bilgiler vermiş.
***
Benim değinmek istediğim konunu bir başka temel yanı: “Yazar ahlakı” olarak tanımlayabileceğimiz bir kavram. Çünkü yazarlık aynı zamanda bir ahlak sorunudur. Tıpkı bilim adamlığının da aynı zamanda bir ahlak sorunu olması gibi.
Albert Bayer adlı yazarın “Bilim Ahlakı” adlı değerli bir kitabı var (İş Bankası Kültür Yayınlar, Çeviren: Vedat Günyol). Bu kitapta bilimin bunca gelişmesine karşın, yeryüzünde insanların açlık, yoksulluk ve savaşlardan kurtulamamasının nedeni olarak, gelişen bilimin yanı sıra bir “bilim ahlakı”nın gelişememiş olması gösteriliyor. Yazar, bilimleri geliştiren insan beynine yoldaşlık edecek ilkeli bir ahlak anlayışı oluşmadıkça bu çelişkinin süreceğini öne sürüyor.
Haklı elbet böyle düşünmekte. Bugün dünyayı ve insanoğlunu yok oluşa sürükleyen bilimsel buluşlar, durup dururken ortaya çıkmadı. Ardında bu buluşları destekleyeni oların gelişimi için dev bütçeler ayıran şirketler ve devletler vardı. Bilim adamı yeni buluşların peşindeydi ama kendi buluşlarının sermaye sahipleri ya da devletler eliyle nasıl kullanılacağını kestiremiyordu.
En tipik örnek, atom bombasının geliştirilmesinde başrol oynayan fizikçi Robert Oppenheimer’dır. Bombanın yol açtığı yıkımı gördükten sonra bilimsel buluşlarla ahlaki sorunlar arasındaki karşıtlıkları çizmeye girişerek nükleer silahlara karşı çıkmış, ancak sindirme ve baskı kampanyasıyla karşı karşıya kalarak bu alanda simge bir kişiliğe dönüşmüştür.
***
Yazarlığa dönersek, kurslara, atölyelere gidip mesleğinin inceliklerini öğrenmek, bu doğrultuda başarılı yapıtlar vermeye çalışmak elbet güzel şeydir.
Öte yandan yazarlık da, tıpkı bilim adamlığı gibi bir “yazar ahlakı”na gereksinim duyar. Büyük yazarları büyük kıla özelliklerden başta gelenidir, yazarın yapıtlarının yanında, o yapıtlarla yan yana duran kişiliği yani ahlakı.
Yazarın ahlakının öncelikle yansıdığı alan yapıtlarıdır elbet. Bir yazarın yapıtları, okurlarını ne denli daha iyi, daha güzel bir dünyaya yöneltebiliyorsa, onlara yaşama sevinci, barış ve kardeşlik, daha iyi bir insan olma duyguları sunabiliyorsa o denli değerlidir.
Öte yandan yazar ahlakı, en olmadık beklenmedik durumlarda da toplumlara yol göstermek, örnek olmak durumunda kalabilir.
Büyük ozanımız Nazım Hikmet, aynı zamanda tartışmasız sanatçı ahlakının en soylu temsilcisidir. Bütün yaşamını inandığı biçimde bir komünist olarak geçirmiş, bu uğurda ne kendi ülkesindeki baskılara boyun eğmiş, ne de gittiği Sovyetler Birliği’nde düşüncelerinin özgürce açıklamaktan, kendisine yanlış gelen uygulamaları eleştirmekten geri durmuştur.
Çağdaş edebiyatımız “yazar ahlakı”nın çok sayıda tipik örneğini görmüştür. Behçet Necatigil de yazar ahlakının kusursuz bir temsilcisidir. Doğru bildiği biçimde yaşamış, ardında yapıtlarıyla örtüşen örnek bir hayat bırakmıştır. Öte yandan kırk kuşağının toplumcu yazarları çektikleri onca çileye karşın düzen karşıtlıklarının hep sürdürerek yazar ahlakının tipik temsilcileri olmuşlardır.
Diyeceğim, yazar olma yolunda adımlar atıp, deneylere girişenlere işin bir de bu yanını düşünmeleri gerektiğidir.
Toplumlar sanatçıları değerlendirirken yapıtlarının yanına yaşamını, ahlakını ve daha pek çok şeyi koyup öyle tartıya çıkarırlar çünkü.