“Hoşçakal Yarın” ve Denizler*
Türk siyasal hayatını en çok etkileyen kurum hiç şüphesiz, parlamenter sisteme birden fazla müdahalede bulunan ordu olmuştur. Ancak Türk sineması ve özellikle politik konulara eğilme amacındaki Türk sineması, 12 Eylül askeri müdahalesine birçok filmde değinmiş ve “12 Eylül Filmleri” şeklinde bir alt tür meydana getirmişse de, 27 Mayıs ve 12 Mart müdahaleleri üzerine filmlere rastlanmamıştır. 90lı yıllarda ise bir nevi hesaplaşma veya yüzleşme bağlamında 12 Mart’a değinilmiş, Reis Çelik’in 1998’de yönettiği Hoşçakal Yarın filmi 12 Mart’ı, müdahalenin idam ettiği 68 kuşağının devrimci önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın gerçek hikâyeleri üzerinden ele almış ve tartışmaya açmıştır.
Günümüzde, bir gecekondu yıkımı sırasında yoksul halk ile belediye görevlileri arasında geçen arbedeyle başlayan film, bir evin duvarında Deniz Gezmiş ve 68 kuşağı hakkında yapılmış bir duvar resminin ortaya çıkması ve belediye görevlisinin o duvara dokunulmamasını emretmesiyle birlikte 1971 tarihine döner. Bundan sonra Hoşçakal Yarın, Deniz Gezmiş’in Gemerek’te yakalanışı, 12 Mart’ın içişleri bakanının karşısına çıkarılışı, devrimcilerin yargılanma süreçleri, avukatlarıyla ilişkileri ve idamlarının göstererek gerçek olayları birebir yansıtmıştır. Bu belgesel tarzı üslubun gerçekçilik hissini daha da pekiştirmek için filmde sıkça Deniz Gezmiş önderliğinde 68 kuşağının eylemlerine ve mücadelelerine dair gerçek görüntüler kullanılmıştır. Başta Amerikan 6. Filosuna karşı yapılan protestolar ve “Samsun’dan Ankara’ya Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal Yürüyüşü” olmak üzere üniversite boykotları, devrimcilerin cenaze görüntüleri, mahkeme görüntüleri belgeci bir anlatıyla kullanılmış, dört Amerikan askerinin kaçırılışı gibi kimi olaylarda da canlandırmaya başvurulmuştur. Film, 12 Mart yönetiminin adalet anlayışının ne denli hukuk dışı olduğunu vurgularken, 27 Mayıs ve getirdiği 61 Anayasasını da bir anlamda övmektedir. Zira Denizlerin suçlandıkları üzere anayasayı ihlal etmekten değil tam tersine anayasanın gerçekten uygulanması için mücadele verdikleri belirtilir. 68 kuşağının anti-emperyalist ve Amerikan karşıtı görüşleri filmin politik merkezini oluşturmaktadır. O kadarki, filmde başta AP olmak üzere siyasiler ve polis teşkilatı Amerikan güdümünde olmakla sık sık taşlanırken ilginç bir şekilde 12 Mart müdahalesini yapan ordu, Amerikancılık yaftasına maruz kalmamaktadır. Örneğin Deniz Gezmiş teslim olurken polise değil askere teslim olmak istediğini belirtip “Bu ordu anti-emperyalist birinci Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren ordudur” der. Mahkeme savunmasındaysa Lozan Antlaşması’nı kabul etmeyen Amerikan heyetinden bir yetkilinin Atatürk için söylediği aşağılayıcı sözleri gözler önüne serdikten sonra kendilerine “eşkıya” nitelemesinde bulunanlara karşı, Osmanlı’ya göre Mustafa Kemal’in de “eşkıya” olarak görüldüğünü söyleyerek Mustafa Kemal’le arasındaki devrimci bağı vurgular. Gerçekten de, filmde görüldüğü üzere Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen dava açan mahkeme, iddiasına Türklüğün fetih geleneğinden söz ederek başlamış ve “Viyana kapılarına dayanan Osmanlı” vurgusuyla 50lerde başlayan yeni Osmanlıcılık politikasının hâkimiyet alanının ne denli genişlediğini ortaya koymuştur.
12 Mart eleştirisi açısından, özellikle avukatlara uygulanan psikolojik baskıyı gözler önüne koyan film darbeyle birlikte sol kesimlere uygulanan sistematik işkenceden söz etmemektedir. Askeri yönetimin karanlığını betimlemek açısından, askerlerin mahkemeyle ilgili aldıkları gizli kararları kapkaranlık bir odada sunan ve yine askerlerin ellerine geçirdikleri olağanüstü gücü vurgulamak için sadece şapkalarını çıkartıp askeri üniformalarının üzerine cüppe giydiklerini defalarca gözler önüne seren film yine de Askeri darbeden çok sağ politikanın sivil siyasetçilerini suçlamaktadır. Bu açıdan Rıza Kıraç Hoşçakal Yarın’ı “Bonapartist rejime methiye düzen”1 bir film olarak eleştirmekte ancak Türk solunun uzun yıllar benimsediği ihtilalcı geleneği göz ardı etmektedir. Zira 68 kuşağında güçlü olan Ulusalcı Sol akımların dışında Marksist-Leninist solda yer alanlar da Kemalizm’i reddetmemiş, aksine çıkış noktası olarak almışlardır. Ancak yine de film, Atatürkçülük/Kemalizm vurgusunu gereğinden fazla yapmakta ve Deniz Gezmiş’in son sözlerinde yer alan “Yaşasın Marksizm- Leninizm’in yüce ideolojisi” sözlerine yer vermeyerek Marksist olduğunu her fırsatta vurgulayan gençleri Kemalizm’e daha yakın bir portreyle çizmektedir. 90lı yıllarda ardı ardına öldürülen Kemalist aydınlar nedeniyle ülkedeki hâkim politikaya karşı direnişte ve muhalif bir konumda yer alan Kemalist refleksin, Hoşçakal Yarın’ı da etkilediğini söyleyebiliriz.
Daha önce hiç işlenmemiş 12 Mart’ı ve Deniz Gezmiş’i ele alarak cesur bir iş ortaya koyan film, ne yazık ki sinemasal açıdan belli bir atmosferden yoksun kalmış, tiyatro mizansenlerini andıran sahnelerle de devrimcileri destansı olarak aktarma amacı taşımasına karşın canlandırma hissinden öteye geçememiştir. Yönetmenin kimsenin para yatırmamasından dolayı tümüyle kendi imkânlarıyla çektiğini belirttiği film2 teknik açıdan sıkıntıları olmasından öte, tıpkı 12 Eylül öncesi ülkücü-faşist militanlarca öldürülen Atatürkçü yazar Abdi İpekçi suikastını işleyen, 1991 yapımı, Oğuzhan Tercan’ın yönettiği Uzlaşma’da da görüldüğü gibi belgesel üslubundan öteye geçememiş ve politik bakış açısından yoksun bir yapım olmuştur.
1. Rıza Kıraç, Doksanlı Yıllarda Sinema, www.kameraarkasi.org
2. Aktaran, Müslüm Yücel, Türk Sinemasında Kürtler, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2008, s. 238.