Türk-Yunan Mübadelesinde Anadolu ve Yunanistan Rumları’nın Durumu – Selin Süar

Türk-Yunan Mübadelesinde Anadolu ve Yunanistan Rumları’nın Durumu* 

Karşı kıyıya uzandığınızda her an karşılaşmanız muhtemel olan herhangi birinin büyük büyük büyük dedesinin Küçük Asya topraklarından gelmiş olma olasılığı yüzde 90 olabilecek kadar büyük bir yüzdeye sahiptir. Yine aynı şekilde Anadolu’da özellikle de kıyı kentlerinden birindeyseniz konuştuğunuz herhangi biri, eğer geçmişiyle az çok ilgilenmişse, büyükanne ve büyükbabasından duyduğu sözleri bugün bile biraz utangaç bir edayla söylüyorsa, onun da büyük büyük büyük dedesinin karşı kıyının topraklarından gelmiş olma olasılığı karşı kıyıda bulunan torunun yüzdelerinin aynısına sahiptir. Bugün, kökenleri Balkanlara dayanan binlerce insanı aramızda görmek olağan bir durum. Her zaman ‘macır’ gibi duyulan ‘muhacir’ kelimesi, genel olarak ‘iyi, dürüst insanlar’ sıfatıyla kullanılagelmektedir. Muhacir, göç eden anlamına gelir. Oysa Yunanistan ile Türkiye topraklarına bakıldığında, şimdi, torunlarının çocukları aramızda olan binlerce mübadil görmek mümkün. Kimininki Girit, kimininki Selanik veya Midilli göçmeni. Karşı kıyıda kiminin büyük dedesi İzmir’den göçmüş, kimininki Kastamonu’dan, Aydın’dan, İstanbul’dan ve dahası… – “Oradan gelmişler” diyor her iki ülkenin halkından kalan torunlar. Oysa pek çoğu muhacir gibi hazırlık süreçleri sonrası çeşitli nedenlerden ötürü kendi isteğiyle gelmemiş, şu an başuçlarında bir mezar taşıyla yattıkları topraklara. Osmanlı’nın parçalanmasından sonra iki ulusu birbirine düşürmeye yönelik tasarılarını gerçekleştiren müttefik devletler, Yunan ve Türk ulusunu karşı karşıya getirmiş; Küçük Asya’da ateş alan bağımsızlık mücadelesi, Türklerin zaferiyle sonuçlanmıştır. Öyle ki, örgütlü Türk direnişi başladığında bir Atina gazetesinde yazanlar iki ulus arasında verilen amansız mücadeleyi destekler niteliktedir: “Verilen bu savaş, Yunanistan’ın asi Kemal’e karşı verdiği  bir savaş değildir; Yunan ırkının Türk Milletine karşı verdiği bir savaştır. Üstelik çetin bir savaştır, iki rakipten birinin yok olmasına dek sürecek olan. Ya o ya  biz. Ortası yok.” Savaştan, biri yenilgiyle, diğeri galibiyetle çıkan iki ülkenin ulusu, yaralarını sarmaya uğraşırken, onları hiç hesapta olmayan bir yazgı daha beklemektedir: Mübadele. Mübadelenin çıkışını anlatmadan önce Yunan ulusunun doğuşuna ve Yunan tarihine kısaca bakmakta fayda var.

AYDINLANMA AKIMI

Avrupa’daki aydınlanma akımı, ulusal hareketlerin doğmasında, düşüncenin eyleme geçişi bakımından bir kıvılcım vazifesi görür. O güne dek krallıkların gittikçe artırdığı baskıya büyük bir darbe olarak inen Fransız İhtilali; dine dayalı feodal imparatorluklarda, halkların sömürüsüyle savaşmayı amaçlamıştır. Aydınlanma sürecinde Batı, sanatını, ideolojilerini ve bilimselliğini Antik  Yunan üzerine oturtmuş ve bu durum, geçmişte ‘dinsiz’ anlamına gelen ‘Helen’ tanımının içeriğinin boşaltılıp, ulusun ve Yunan kimliğinin bir temsilcisi olarak yerine konulan ‘Helen’ kavramının gelişiyle taçlandırılmıştır. Atalarının izlerinden yeni söylemlerini kuran ‘Yeni Yunanlılar’, Yunan klasiklerinden etkilenen Alman Romantizminin söylem kalıplarında ‘tek  ulus,  tek  soy, tek din’ üçlemesiyle imparatorluk içinde bağımsızlıklarını kazandıracak faaliyetlere girişmişler ve böylelikle Osmanlı’nın Rum milleti, yeni kurulan bağımsız Atina başkentli Yunan devleti söylemlerinde Helen’e, yani Yunan ulusuna dönüşmüştür. İmparatorluk içerisinde kalmayı tercih eden Rum tebaa için yeni bir bağımsız devletin arkalarında durduğu bir arabuluculuk çağı başlamıştır.

EDİRNE ANTLAŞMASI

1821 yılında bağımsızlık için ayaklanan ve 1829 yılında Rusya ile Osmanlı arasında imzalanan Edirne Antlaşması ile bağımsızlığı resmen tanınan Yunanistan, iki kıtaya ve beş denize yayılma amacını içeren ‘Megali İdea’ (Büyük Ülkü) ideolojisini hızla içselleştirmiştir. Osmanlı hükümdarlığı çatısındaki halkların uluslaşma süreci, hem Türk ulusunun kendi kimliğine dair bilinçlenmesinin fitilini ateşlemiş, hem de bu uluslarla Türk ulusunun çatışmasını kaçınılmaz olarak beraberinde getirmiştir. Tüm Müslümanların ‘Türk’ sıfatı çerçevesinde adlandırılması sonucu, Yunan ulusunun bağımsızlığının önünde duran büyük engel ve egemenlik alanı olarak karşısında ‘Türk’ü bulması ve ‘Türk düşmanlığının’ yaratılmasında kendiliğinden gelen doğal bir süreç olmuştur. Ancak bu düşmanlığın dozu, zamanı ve yıllara  dayanan sürekliliği açısından Türkler, Yunanlıların tarihsel belleğinde gerçekten de özel bir konuma sahip olmuşlardır. Osmanlı döneminde Batı Anadolu kıyılarındaki Ortodoks Rum nüfusun fazlalığı, 19. yüzyılda Balkanlardan, adalardan ve anakara Yunanistan’dan gelen göçmenlerin  yerleşimiyle gerçekleşir. Aynı yıl içerisinde ulusal bağdaşıklık (tek ulus, tek soy, tek din) ilkesiyle yayılmacılık politikaları istikrar kazanır. Milliyetçilik, ulus-devletlerin de zeminini hazırlamış, bitmek bilmeyen göçlerle yıllarca sürecek savaşlarla dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. Teokrasinin köhne zihniyetine yapılan başkaldırı, milliyetçilik, ulusalcılık gibi akımları da beraberinde getirince yalnızca Osmanlı’nın içindeki etnik gruplar değil, Türkler de ulusal kimliklerinin bilincine varmaya başlamışlar ve Osmanlı bünyesinde yine aynı şekilde önce yönetime, daha sonra oluşan ‘öteki’ bilinciyle diğer uluslara karşı durmuşlardır. Balkan Savaşları’nda aldığı darbelerle büyük zarar gören Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’na girmesiyle, savaşı kazanan müttefiklerden en büyük darbeyi yemiş, galip gelenler maşa olarak Yunanistan’ı seçmişlerdir.

KÜÇÜK ASYA

Küçük Asya’daki varlıklarını ulusal bağdaşlık ilkesine dayandırıp İyonlardan, Büyük İskender’e kadar yeni bir tarihsel geçmiş arayan Yunanlılar, Anadolu üzerinde iddia ettiği hakkı, İzmir’e ordu çıkararak perçinlemiştir. Yunanistan’da ve Küçük Asya’da Megali İdea fikrine inanmayan ve bunun büyük bir felakete yol açacağını savunan halk, karşıt gruptakilerle anlaşamayıp ikiye ayrılsa da (Ulusal Bölünme) dönemin siyaset sahnesine bir eklenip bir kaybolan  Eleftherios Venizelos’un yol göstericiliğinde Türklerin işgale karşı başlattığı Milli Mücadele’ye savaş açılmış, Yunan ordusu içlere kadar ilerlerken hiç beklemediği büyük bir geri püskürtmeyle kıyılara sürülmüştür. Türklerin askeri başarısından sonra taraf değiştiren Dünya Savaşı zaferinin müttefikleri, Yunanistan’ı bir köşeye atmış ve yeni kurulan Türk Devletinin mimarlarıyla iletişime geçmeye başlamışlardır. Yunanlıların ulusal hafızasına, ekonomisine, siyasetine; kısacası yaşamında büyük ve derin bir iz bırakan Türk’ün zaferi, böylece 1922 Küçük Asya Felaketi olarak resmi Yunan tarihine geçer. Peşi sıra imzalanan Lozan Barış Antlaşması’yla ülkedeki Rumların kaderi de belirlenmiş ve ‘zorunlu göç’ yolu görünmüştür. Çift taraflı mübadele, iki ülkenin, ama özellikle Anadolu’da yaşayan Rum halkın üzerinde büyük yaralar açmış, Yunanistan, bugün bile hâlâ ‘mucize’ olarak baktığı kısa süre zarfında çok kötü koşullarda yaşayan mübadilleri yeni geldikleri ülkeye adapte edebilmiştir. Savaşta, savaşın ardından verilen kayıplardan sonra ve 1923 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’nin ardından anakara Yunanistan’a giden mübadiller için zorlu yaşam koşullarına alışmak, tüm varlıklarını geride bırakmak ve sefilliğe rağmen yeni vatana ayak uydurmak zor olmuştur, ancak gerek mübadiller gerekse yönetimdeki uygulamalar sonucunda ‘Ellinikon thauma (Yunan mucizesi)” olarak görülen uyum süreci tahmin edildiğinden daha kısa sürede gerçekleşmiş ve başarıya ulaşmıştır. 9 Eylül 1922’de Anadolu topraklarında bulunan gayrimüslim Osmanlı uyruğu için ‘afet’ yalnızca ideolojik yıkımın yansıması değil, bir daha geri dönüşü olmayacak bir ‘çile’ sürecinin de başlangıcı olmuştu. Osmanlı Devleti topraklarının Yunanistan’da kalan parçalarında yaşayan Müslüman Osmanlı tebaası ile Anadolu’da kalan gayrimüslim Osmanlı  tebaası, 30  Ocak  1923  tarihinde  Yunanistan’la  imzalanan  ve  19  madde  olan ‘Türk-Yunan Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol’ ile zorunlu olarak nüfus değişimine tabi tutulmuşlardır. Yaklaşık yedi yıl süren göç kervanında perişan bir halde Pire Limanı’na ayak basan mübadiller için en büyük zorluk asıl burada başlayacak, insan yığınını kaldıramayan Yunanistan’da mübadiller için ayrılan ve olumsuz koşullar altında bulunan kamplarda açlık, sefalet, salgın hastalıklar baş gösterecektir.

MODERN YUNANİSTAN TARİHİ

Karşılıklı değişimin ardında kalan boşaltılmış köy evlerinin ıssız yüzlerinin, dini yapıların, dükkânların, mezarların ya yeni sahipleri olmuş, ya bunlar kaderine terk edilmiş ya da inşa edildiği ülkenin düzenine, yapısına ve dinine uygun olarak tahrif edilmiş veya tamamen ortadan kaldırılmıştır. Burada dikkat  edilmesi gereken belki de en önemli konu, her iki ülke mübadillerinin tek ortak yönünün, gittikleri ülkenin ‘din’i olması, yani mübadillerin gittikleri ülkedeki ortak inancı paylaşmalarıdır. Yunanistan’a göçlerle gelen Hıristiyan Rum uyruklu kişilerin, özellikle de Pontus ve çevresi veya İç Anadolu’dan gelenlerde ‘dil’ en büyük problemlerden birini teşkil etmektedir. Sorunlar bununla da bitmemekte, bu kez anakara halkının göçmenleri kucaklamak yerine onları aşağılaması veya mübadillerin anakaradakileri aşağılamaları devreye girmekteydi. Richard Clogg, Modern Yunanistan Tarihi adlı eserinde bu konudan şu şekilde bahseder:“Doğma büyüme krallık topraklarında yaşamış olanlar yeni gelenlere, (kendilerininkinden çok daha iyi olduğu görülen) yemeklerinde bolca yoğurt kullanmalarından ötürü giaurtovaftizmenoi (yoğurt vaftizleri) diyerek onlara önyargıyla alaylı yaklaşıyorlardı. Aynı biçimde, İzmir gibi büyük Osmanlı kentlerinden gelen Anadolulu Yunanlılar da, palaioelladit, yani taşralı diye gördükleri ‘Eski’ Yunanistan’da yaşayan halka tepeden bakıyorlardı.” Yaşananlar yeni bir resmi tarih yazımını da beraberinde getirmiştir. 1800’lerde Yunanistan’da başlayan ulusçuluk sürecinde yeni korkular, kazançlar, kayıplar, yenilgiler oluştuğundan ulusal kültür yaratmada yeni bir eşiğe gelinir. Ulusal kültürün oluşumunda Antik mirasa dönüş gibi kıstaslar göz önünde bulundurulur. Oysa unutulmamalıdır ki ulus devletlerin oluşumunda daima başat rol oynayan ‘gerçeklerin, adetlerin, geleneklerin’ vb. eğitim yoluyla yok edilmesiyle oluşturulan yeni tarihi söylem ve yeni bir geçmiş kimliği inşası her iki devlette de kendini belli etmiştir. Ulusal gruplar, sisteme uyumlandırılma amacıyla asimilasyon yoluyla yok edilir. Örneğin, Batı Trakya Türkleri    Yunanistan’da    ‘Müslüman    Helenler’     olarak     kimlik  bulurlar. Yunanistan, yaşanan yenilginin ardından Küçük Asya’yı anlatan, Türkleri ve Yunanlıları romanlarına ‘insan’ olarak taşıyan ve onların aralarından iyilerin çıkabileceği gibi kötülerin de çıkabileceğini yansıtan ve her şeyden önemlisi bire bir bu olaylara tanık olmuş olan çoğu Küçük Asya kökenli “30 Kuşağı Yazarları” ortaya çıkmış ve bu, Yunan edebiyatında bir akım olarak yer etmiştir. İlias Venezis, Stratis Mirivilis, Lilikia Nakou, Giorgos Theotokas, Gioulielmos Ambot, Kosmas Politis, Pandelis Prevelakis, Aggelos Terzakis, Thanasis D. Petsalis, M. Karagatsis, bu kuşağın yazarlarındandır ve eserlerinde yenilgiyi, karakterin ruhunun kendi içinde çatışmasını, terk edilmişliği, yalnızlığı, savaşta yaşanan acı olaylarını görebileceğimiz gibi bazılarında Jön Türk hareketinin ve milliyetçiliğin artışını, efendi-köle anlayışını, imparatorluktaki yönetici sınıfı, cemaat olgusunu vb da gözler önüne sermektedirler. Kosmas Politis, Yunan askerinin İzmir’e çıkışı için“Kendi ülkemde kul hissetmemi sağladılar” diyerek Yunan ordusunun Küçük Asya’daki Rumlara olan bakış açısını ve Rumların gerek Türkler gerekse anavatan Yunanistan arasında kalışını simgelemektedir. Türk ulusu, bir zafer kazanmış olsa da mübadele ve yeni kurulan ulus devlete entegrasyon aşamasında sanat alanında herhangi bir güçlü akım oluşmamasını ‘yeni kurulan’ ulus-devleti şekillendiren katmanlardan birinin Anadolu’ya gelen mübadiller olmasına bağlayabiliriz. Yunan topraklarından Türkiye’ye gelen mübadiller, var olan bir düzene uyum sağlamaya çalışmamış, aksine yeni oluşturulan devlet kimliğinin inşasında rol oynamışlardır. Pek çoğu mallarını geride bırakıp Anadolu’ya gelse de Anadolu’daki topraklardan Yunanistan’a giden gayrimüslimler daha büyük zorluklarla başa çıkmak zorunda kalmışlardır. Bugün, halklar bu acıyı  tamamıyla unutmuş olup, her yeni gün tarih sayfalarına eklenen yeni olaylar, durumlar, değişimlerle baş başa kalsa da, mübadele özellikle Yunanistan topraklarında siyasetten mimariye, dil yapısından sanata, düşünce yapısından sosyal oluşumlara kadar her alana etki etmiş; Türkiye’de ise tarihsel arayışlar çerçevesinde, nostaljik anımsamalar niteliğinde son dönemlerde konuşulur olmuştur. Her iki ülke mübadilleri de yeni vatanlarına uyum sağlamak için ellerinden geleni yapmışlar, ülkelerinin kalkınmasında en öncü rolleri üstlenmişlerdir. Dünya’da benzeri az görülen ve en büyük örnek olarak referans gösterilen Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi gibi zorunlu göçlerin bir daha yaşanmaması dileğiyle…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergitemmuz2011

Bunu paylaş: