Celal Tan Ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi’nden Ülkem İnsanının Absürd Görünümü*
Fragmanları her köşede döndüğü günden beri hicvin alt türlerinden olan kara mizaha yakın olduğunun söylenmesi nedeniyle gitmeyi sabırsızlıkla beklediğim bir film olan Celal Tan Ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi’ni, sinema salonunu dolduran 50-70 yaş arası teyze çokluğu arasında kendi aralarında hiç susmadan konuşsalar da izleme olanağı buldum.
Küçük bir taşra kentinde Anayasa Profesörü olan Celal Tan, eşinin ölümünden yıllar sonra bir üniversite öğrencisi ile evlenir. Film, Celal Tan’ın genç eşinin, işsiz oğlunun, tekerlekli sandalyedeki annesinin, açık öğretimde olanlar için televizyon kanalından ders anlatan dul kızının ve onun küçük oğlunun evde toplanarak, Celal Tan’a sürpriz doğum günü partisi yapmak için evin ışıklarını söndürüp Tan’ın eve gelişini beklemeleriyle başlar. Fakat Celal Tan’ın kapıyı çalmaması üzerine meraklanan eşi, kapıyı açıp sokak kapısına çıkar ve Celal Tan, kıskançlık nedeniyle eşini oracıkta öldürüverir. Profesör olay yerinden kaçarken, evdeki diğer dört birey hiç ses çıkarmadan şok olmuş biçimde olanlara ve yerde yatan cesede bakakalırlar.
Filmin devamında Celal Tan, kanser teşhisi konulan bir arkadaşından sırf yakında öleceği için cinayeti üstlenmesini rica etse de, adamın ölümden korkması ve ahiretteki sorgu gününe hazırlıksız gideceği için Celal Tan’dan kendisini çalıştırmasını istemesiyle olaylar absürtleşmeye başlar. Karakterlerin her birinin aile ve toplum içindeki konumları, amiyane tabirle ‘karıştırdıkları haltlar’, aile dışından eklenen karakterlerin gerçeği ortaya çıkarma kaygıları ve en nihayetinde suçsuz olan kişilerin cezalarını çekmeleri ile noktalanan film, Türk aile yapısının temsilini ve ideolojilerin, ailedeki bireyleri nasıl şekillendirdiğine dikkat çekiyor. İsminin tam aksine, başlarına gelen olaylar silsilesi nedeniyle müebbet yiyecekleri halde, kendi içlerinde anlaşarak hatalarını örtbas etmeye çalışan ailenin davranışları seyircilerde kahkahalarla gülme dürtüsü uyandırıyor.
Ailenin, toplumun temel taşı olduğuna vurgu yapan Ünlü, akrabalık bağları dışında kalan karakterleri ya öldürerek ya da onları hapse göndererek, her birinin işini bitiriyor. Celal Tan’ın karısının, Celal Tan’ın dul kızının beraber olduğu opera sanatçısının isminin, tüm olayların yaşanmasına neden olan ve aynı ismi taşıyan bir başka kişiyle karışması sonucu opera sanatçısı Okan’ın, büyükannenin âşık olduğu Türk Sanat Müziği solistinin, Celal Tan’ın kanser hastası sırdaşının (!) Tan’ı ispiyonladıktan sonra yaşama veda etmesi ve görme engelli olduğu halde karanlık doğruları, perdeli gözleriyle görebilen Celal Tan’ın cinayete kurban giden genç eşinin abisi ile kapıcının olaydan sorumlu tutularak içeri alınması dışarıdakilerin, aile çerçevesinde yer almayacağını simgeliyor.
Yaşamda ciddi olan durumların (ölüm, hastalık, savaş, cinayet vb) ironi ile ele alınmasıyla oluşan Kara Mizah, sinemada da kendisini histerik ve takıntılı karakterleri, üstü kapalı göndermeleri ile gösterir. Filmin genel profilindeki başarı da bu açıdan, normalde bir insanın dudağını uçuklatacak konuları dramatize etmeden sunan anlatı yapısı ve senaryodan kaynaklanıyor. Karakterlerin ‘mukadderat’ diyerek her şeyin önceden yazılmış olduğunu ve kimsenin bu belirlenmiş yazgıyı değiştiremeyeceğini ileri sürmeleriyle cinayeti örtbas etmeye çalışmaları, ancak bunda başarısız olsalar da yine mukadderat ile bu işten sıyrılmaları, yazgıcılık anlayışının insan eliyle şekillendirilen ilahi adaletine vurgu yapıyor.
Onur Ünlü’nün eleştirdiği noktalara ve dokundurmalarına gelecek olursak, Cumhuriyet sonrası oluşan Türk aile yapısını ele alması karşımıza çıkıyor. ‘Beyaz Türkler’in toplum içindeki statülerine, konumlarına ve sınıfsal yapılarına mizahi bir şekilde yaklaşan, kutsal aile birliğine kimse dokunmasın diye aile bireylerinin bir olup kendi dışlarındakini yok etme pahasına konumlarından vazgeçmemelerini anlatan Ünlü; bir diğer açıdan opera sanatçısı Okan üzerinden Batı müziğinin Türk kalıplarına ‘zorla’ sokulmaya çalışılmasını, toplumun sanatçıya ve sanata bakışını, evin hiçbir işte tutunamamış olan oğlunun, köşeyi dönme peşinde koşmasını, ancak yük olmaktan başka işe yaramayan ‘Cumhuriyet sonrası’ modern Türk gencinin göstergesini, eş / dost / ahbap / amca / dayı dayanışmasıyla karakterlerin istediklerini koparabildiklerini beyaz perdeye iliştirmeye çalışıyor. Teknik açıdan ise filmin genelindeki mekan kullanımı ve kapalı mekan sahnelerindeki ışıklandırma, filmin sade oluşunu gösterir cinsten.
Senaryonun ilerleyişinde, dramatik eğri yükseldikçe artan küfürler silsilesi ise dikkat çekici. Yedisinden yetmişine herkes, başı sıkıştığında veya kapana kısıldıklarında en ağır küfürleri birbiri ardına sıralıyor. Günümüzde siyasilerden bolca işittiğimiz küfürlerle film, bugünkü düzenin bir habercisi kimliğine bürünüyor.
Sonuç olarak başarılı bir absürd komedi ortaya koymasıyla beraber, Atatürkçü düzenin getirdiği ilerici etkilerin, geri/ci Türk halkı üzerindeki sonuçlarını taşlamalarla anlatmaya çalışan ve tüm bunları taklitçi, yalancı, ahlaksız, inancını çıkarı için kullanan ve birilerine yamanmasından ötürü başarıya kavuşmuş ‘Atatürk’ün izinden giden’ halk profili olarak göstermeye çalışan yönetmen, aslında yapmak istediğinden 180 derece uzaklaşarak, o çizgiden uzak duran geri/ci insanların bugünkü yansımalarını başarılı biçimde ortaya koymuş gibi duruyor. Asıl sorun şu ki, Ünlü’nün geçmişini, yapmaya çalıştığını ve diğer filmlerini benim gibi bilmeyenler “Celal Tan Ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”nin, demokrasi yıldızlarından miras kalan kaypak aile profilini ne kadar da güzel anlattığı için yönetmeni ayakta alkışlamaya kadar gidebilirler.