Eksik Mevsim: “Kırmızı”*
Baharın orkestrasına kendimi kaptırarak, son anda yetiştiğim tiyatro oyunu: Kırmızı
Kedilerin damlardan inmeye hazırlandığı Mart Ayı’nın son gününde, methini pek duyduğum ‘’Kırmızı’’ adlı oyuna gittim. Turne kapsamında Ankara’ya teşrif eden oyun, Şinasi Sahnesi’nde oynandı. John Logan‘ın yazdığı, Eray Eserol‘un Türkçe’ye çevirdiği, İskender Altın‘ın yönettiği oyun İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı.
John Logan 1961 doğumlu Amerikalı bir prodüktör, senaryo ve oyun yazarı. Kendisi Gladiator, The Last Samurai ve The Aviator gibi birçok başarılı senaryonun yazarı, 2 Oscar adaylığına ve sayısız ödüle sahip bir sanatçı.
Özellikle adı anılması gereken bir diğer sanatçı ise eserin tasarımcılığını üstlenen Şirin Dağtekin Yenen. Dekor oldukça sade, bir o kadar da etkileyici ve çarpıcı. Sahnede dev tuvaller yer almakta. Oyuncuların kimi zaman boyadığı resimde ise yalnız iki renk var: Kırmızı ve siyah.
‘Kırmızı’nın Rönesansı
- Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin öne çıkan sanatsal rolü, 20. Yüzyılın 2. yarısında tam anlamıyla etkin bir rol oynamıştır. Durum böyle olunca Avrupa’lı sanatçılar ve Picasso dahi demode sayılmış, soyut dışavurumculuk, öncü akımlar, sanat tarihi ve felsefesi baştan aşağı sorgulanmıştır.
İşte bu dönemin en önemli sanatçılarından Mark Rothko’nun atölyesinde asistanıyla geçen inişli çıkışlı iki yılını konu alan bu oyun, aynı zamanda 20. yüzyılda sanatın ve sanatçının rolü üzerine önemli tespitleri ele alır. Perdenin açılmasından itibaren felsefenin ve filozofların özlü sözlerinin sahneyi kuşattığı oyunda, seyircileri tualin içine yerleştirerek boyayan büyük bir tablo niteliğinde idi.
Mark Rothko Kimdir?
25 Eylül 1903 yılında Letonya’da dünyaya gelir Marc Rothko. Yahudi kökenli bir eczacının oğludur. Çarlık Rusya’sının anti-Semitik şiddetli salgınlarından kurtulmak için ailesi ile birlikte ABD’ye göç eder. Lise yıllarında siyasi tartışmalardaki ustalığını kanıtladı ve Yahudi toplum merkezinin aktif bir üyesi olur. İşçi hakları ve kontrasepsiyon kadın hakkı gibi konularda tutkuludur.
Burslu olarak okuduğu Yale Üniversitesi’de akademik kariyerine devam eder. Resme merak salan Rothko, tiyatro eğitimi de alır. Resimlerinde kübik tarzı tercih eden Rothko’nun, büyük kareler içerisine iki renk kullanarak uyguladığı resimler hakimdir.
Rothko yeni vizyonu modern insanın ruhsal ve yaratıcı mitolojik ihtiyaçlarına hitap ettirmiştir. Bu dönemde Rothko üzerindeki en önemli felsefi etkiyi Friedrich Nietzsche’nin eserleri oluşturur. Modern sanat, roman konuların araştırılması Rothko’nun hedefi olmakla birlikte, bu noktadan itibaren, Nietzsche’nin sanatı ile modern insanın manevi boşluğunu hafifletmesi nihai amaç taşır. 25 Şubat 1970 günü intihar ederek yaşamına son verir.
Rothko’nun Modern Sanat Anlayışı
Soyut Dışavurum hareketinde önemli bir isim olan Mark Rothko, trajik yaşamını sanatına da yansıtmış; eserlerinde temel insan duygularını, sevinç, trajedi, korku ve ölüm gibi duyguları ön plana çıkarmıştır. Duygularını ifade etmek için ise renkleri kullanmıştır. Rothko’nun basitleştirilmiş formlar ve düz değişmeyen renkte büyük alanlardan oluşan tabloları, kompozisyonlarındaki figürlerin uzaması, koyu düzeni klostrofobi duygusu uyandırma çabalarıdır.
Rothko, resimlerine bakanların sadece düşünüyor ve hissediyor olmalarını istemez. Daha da ötesinde tualdeki boyanın ve yansıyan ışığın içerisinde medite olup, benliğini bulmasını ister. İşte bu, Rothko’yu sevmemiz için başka nedenlerden biridir elbette.
‘’Tiyatroya gidiyorum’’ diye düşünürseniz aldanırsınız.
-Beni bir gün affedecekler mi merak ediyorum
-Onlar sadece birer tablo
Soyut-dışavurumculuğun sembolü ressam Rothko,’’Kırmızı’’ adlı oyun ile çalışma atölyesinde yarattığı “yeni bir dünya sanatı”nın tablosunu göstermektedir. Tabloları sıradan bir manzara resmi olmanın ötesinde, iç dünyasındaki ışıksızlığın yansıdığı, kendi renklerini oluşturan bir trajedi niteliğindedir.
Oyun, Mark Rothko(Nihat İleri)’nin, duygusal ve tutkulu yeni asistanı Ken (Turan Günay) ile tanışmasıyla başlıyor. Hikaye, iki senelik bir kesiti seyirciyle paylaşıyor. Oyundaki olay akışı, tarih dizgesi ve hikaye ressamın gerçek hayatı ile birebir örtüşüyor.
Oyunun içindeki diyalog bölümlerinde, Rothko’nun hayatından kesitler şu şekilde geçiyor:
Rothko’dan bir restoranın duvarları için birkaç resim yapması isteniyor. Rothko bu teklifi kabul eder etmesine lakin insanların resimlerinin önünde yemek yemelerini istemez. Ve bütün bu seriyi cüzi bir fiyata ‘Tate Galerisi’ne satar. Bir tek şartla; eserler, duvarları grinin belli bir tonuna boyalı, tek bir odada, loş ışıklı bir ortamda, onun dizdiği şekilde sergilenecektir. Böylece sanatseverler o odaya girip kendi meşrepleri ölçüsünde meditasyon yapacak, Rothko’nun resimleriyle kendi arasında olan benzer bir his yaşayabileceklerdir.
Rothko ressamlığını ışığın meditasyonu ile birleştiriyor ve resimlerine bakanları da bu ruh halinde bulmayı ümit ediyor. Resimlerin sergilendiği bu oda, su anda Tate Modern’in ikinci katındaki ‘Landscape’ bölümünde bulunmaktadır.*
Kırmızının ve siyahın baskıcı hakimiyeti, her iki renkten hangisinin daha güçlü olduğunu kendi iç dünyanızda sorgulamanız isteniyor aslında. Hangisinin daha güçlü olduğu sorusuna yanıt verdiğiniz anda ise devreye iç çekişmeleriniz giriyor.
Gerçek hayatta Rothko’nun neden fikir değiştirdiğine dair çok kesin bilgiler bulunmuyor. Ancak John Logan, yaptığı kusursuz Rothko analizi ile en olası nedenleri İleri’nin ağzından seyirci ile paylaşıyor: Ticaret sanatla ne derece yan yana durabilir? Ticaret sanat için destek midir yoksa bir tehdit mi? Sanatçı, sanatını kimlerle paylaşmaya gönüllü olabilir? Sanatçı için bu konuda bir seçim hakkı söz konusu mudur?
“Şu hayatta bir tek korkum var arkadaşım. Bir gün siyah kırmızıyı yutacak”
Karanlık sahnede, gök gürültüsü efektlerinin duvarlara çarpması ile oyun başladı. Efektler o kadar fazlaydı ki, sahnede, oyuncunun ne konuştuğunu anlamadık bile. Neyden sonra loş ışık sahneyi aydınlatırken, karanlıktan aydınlığa geçiş yapan seyircilerin gözlerinin kamaşması ile dört mevsimin sahnelendiği oyunun içine zorla da olsa girmiş bulduk kendimizi.
Açık pencereden içeri giren seslerin fazlalığı, uzun bir süre oyuna adapte olmamızda zorluk çekmemize neden oldu. Oyunun başından itibaren bir çalıp bir boş dönen plağın çıkardığı kötü ses salonda yankılanırken, oyundan ziyade ‘’biri şu sesleri kessin de artık ne söylendiğini anlayabilelim’’ dedirtiyordu.
Halbuki son derece iyi hazırlanmış sahne dekoru ve ışık, seyircileri etkilemeye yetiyordu da artıyordu bile. Yılların tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Nihat İleri’nin sahnedeki harika performansının yanında, Turan Günay’ın abartının son raddesinde oyunculuk sergilemesi sürekli algı kırılması yaşamamıza neden oldu. Dört mevsimin yansıtılmaya çalışıldığı oyunda, pencerenin öteki tarafında kar yağmasından sonra kurumuş yaprakların dökülmesi, seyircilerin, oyunu şaşkın bakışlar altında seyretmesine neden oldu.
Hülasa, son zamanlarda neredeyse tüm koltukların dolu olduğu bir oyuna gitmiş oldum. Hayal kırıklığı yaşamış olsam dahi ‘’Kadınlar Tuvaleti’’deki yorumlar dinlemeye değerdi: ‘’Ayol seyrettiğimiz basit bir tiyatro oyunu değil, sanatsal bir oyun!’’, ‘’Öyle tabii canım, resim ve Rönesans dönemine ilgi duymayan biri, bu oyundan asla zevk alamaz değil mi şekerim!’’, ‘’Zevkle seyrettim ama o sesler neydi öyle şekerim, valla söylenen hiçbir şeyi anlamadım.’’
http://en.wikipedia.org/wiki/John_Logan_(writer) http://en.wikipedia.org/wiki/Mark_Rothko
* http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=900689