“Resident Evil 5″te Yeni Bir Şey Yok – Can Önen

“Resident Evil 5″te Yeni Bir Şey Yok* 

Sinema ve edebiyat gibi bir çok sanat dalında korku temasının ya da türünün ortaya çıkması, modernitenin evrimiyle doğrudan ilintilidir. Henüz sinemanın var olmadığı 18. Yy sonu 19. Yy başındaki dönemde Fransız devriminin aristokrasi karşıtı politik reformları, gotik ve korku romanı gibi türlerin doğumuna alan açmıştır. (Politik Kamera s. 265) Sonuçta yaşanan devrimler eski politik ve kültürel ortamı yerle bir ediyordu ve yeni bir toplumsal yaşamı idealize ederken, bir yandan da bazı toplumsal kesimler için de korku uyandıran bir etki yaratıyordu. (Politik Kamera s. 264-265) Yeni toplumsal düzenin aydınlanmacılık, bilimsel ilerleme, rasyonaliteyi yüceltme gibi değerleri; yükselen burjuva sınıfı için bir yere kadar savunulabilirdi. Bu devrimlerin radikalizminin geriye çekilmesi, burjuvazinin başlangıçta yücelttiği değerlerin arkasında gerektiği gibi dik duramaması, bu değerlere dönük şüpheci veya reddiyeci tepkilerin kendine alan bulabilmesine ve toplumsallaşabilmesine neden olmuştur. Örneğin, bilimin önüne geçilemez ilerlemesinin nasıl vahim sonuçları olabileceğini düşündürmeyi amaçlayan Frankenstein’ın ucubesi bu dönemin bir ürünüdür. (Politik Kamera s. 265) Keza, sonradan Alman dışavurumculuğunun korku filmlerine kaynaklık edecek Hoffman gibi yazarlar da eserlerini bu dönemde yazmışlardır. (Politik Kamera s. 265)

Korku temalı sanat eserlerinin yalnızca yükselen burjuva değerlere ve aydınlanmanın olası sonuçlarına karşı bir tepkiden doğduğunu düşünmek eksikli olacaktır. Tersinden bu dönemde, vampir mitinin çağrıştırdığı asalaklık gibi özellikler 18.yy’da aristokrat sınıfa atfedilmiştir. Hatırlanacağı üzere vampir temalı sanat eserlerinin en popüler kahramanı Kont Drakula şatosundan yalnızca geceleri serflerinin kanıyla beslenmek için ayrılan korkunç bir yaratıktır. Titrinden de anlaşılacağı üzere tam bir aristokrat temsilidir. Dönemin edebiyatına yansımasa da vampir mitiyle metaforlaştırılan asalaklık, burjuva sınıfına da yakıştırılmıştır zaman zaman. Burjuva devrimlerinin sonuçlarını iyi kavrayan Voltaire ve Marx gibi aydınlanma filozofları, sermayenin dünyamızın yeni vampiri olduğunu dillendirmeye başlamışlardır. Marx’a göre, sermaye ‘canlı’ emeğin kanıyla beslenerek varlığını sürdürebilen bir tür asalak, ‘ölü’ emektir ve vampirden farkı yoktur.

  1. sanatta korku temasının izlediği seyre gelecek olursak özetle şu tabloyla karşılaşırız; Alman Dışavurumculuğunun korku filmleri dalgası Weimer Cumhuriyeti’nin yaşadığı büyük bir toplumsal kriz döneminde ortaya çıkmıştır. 50’li yıllarda ise soğuk savaş döneminin politik atmosferine uygun olarak komünizm tehdidi bir korku unsuru haline getirilmiştir özellikle Amerikan sinemasında (Politik Kamera s. 266), ve Amerikan toplumunun muhafazakar egemenelrinin etrafında kümelenmek makul bir çözüm olarak sunulmuştur. Bu algıyı yaratabilmek adına tüm bu dönem boyunca korku sineması kamusal düzeni ve toplumsal istikrarı tehdit eden ‘gizli güçler’i şeytani birer varlıkla metaforik olarak özdeşleştirmiştir. Öte yanda özellikle canavar filmlerinin bir kısmı çekildikleri dönemin politik atmosferine ve yönetmenin içerisinde bulunduğu koşullara göre (Hollywood stüdyolarına bağımlılık gibi) görece ilerici denebilecek pozisyonları benimseyebilmiş, örneğin sağcı muhafazakar bir takım değerleri eleştiren bir tutum alabilmişlerdir; 50’li yıllarda bazı Amerikan yapımı filmler ekolojist ve nükleer karşıtı bir tavır takınmışlardır. (Politik Kamera s. 280) 60’lı ve 70’li yılların radikal küçük burjuva hareketlerinden etkisiyle bazı filmler daha belirgin politik tutumlar almışlardır. Buna verilebilecek en iyi örnek, canavar filmlerinin pek çok açıdan sinematografik alfabesini oluşturan, bağımsız yönetmen George Romero’nun ‘ölü’ üçlemesidir.

Üçlemenin ilk filmi olan Yaşayan Ölülerin Gecesi’nde (1968), radyoaktif faaliyet sonucu zombiye dönüşmüş olan sıradan insanların kitleler halinde ortalıkta dolaşıp gördükleri herkese saldırıp onları yediğini; saldırıya uğrayan kurbanların da bir süre sonra zombiye dönüşüp akılsız yamyamlar kafilesine katıldıklarını görürüz. Bu ortamda bir çiftlik evine sıkışıp kalmış bir grup insan, eve girmeye çalışan zombilere karşı direnmektedir. Bu grubu oluşturan karakterlerin temsil ettiği toplumsal kesimler ve evdeyken aralarında yaşanan tartışma ve gerilimler filmin sıradan bir ‘beyaz orta sınıfı kollama’ türü korku filmi olmadığı anlaşılır. Evde mahsur kalan beyaz, orta sınıf, yetişkin bir erkek, bencil tavırlarıyla, verdiği kararlarla ailesini tehlikeye atmasıyla, gruptaki bir siyahi erkekle yerli yersiz girdiği tartışmalarla, gruptakiler için neredeyse zombiler kadar büyük bir tehdit yaratmaktadır. Öyle ki, siyahi karakter artık dayanamayıp bu adamı öldürdüğünde seyirci bunu haklı bulmaktan kendini alamaz. Filmin sonunda siyahi karakterin, dönemin güneyli ırkçı şerif tipolojisini temsil eden bir polis müfrezesi tarafından nedensiz yere öldürülmesi ve kasap çengelleri saplanarak yerlerde sürüklenerek evden çıkarılıp yakılan bir ateşin üzerine asılması, güneyin ırkçı av partilerine yapılan bir göndermedir. Bu sahnenin izleyicide yarattığı dehşet zombilerinkinden farksızdır. Yönetmen filmde polis kurumundan, babaerkilliğe ve beyaz ırkın üstünlüğüne kadar pek çok muhafazakar değeri topa tutar. (Politik Kamera s. 282) Muhafazakar toplum da aslında yaşayan ölüler kadar canavarcadır.

Zombiler, üçlemenin her filminde dönemin farklı politik atmosferine göre ve tarihsel bağlama göre yeniden üretilmişlerdir. Başkan Nixon döneminde zombiler, muhafazakar liderin peşinden sürüklenen sessiz çoğunluktur. İkinci film olan ‘Dawn of the Dead’ (1978)’de bu kez tüketim Amerika’sını metaforik olarak temsil eden bir alışveriş merkezi üzerinden zombiler tüketim toplumunu temsil eder. Reagen’ın iktidarda olduğu dönemde çekilen Day of The Dead (1985)’de dünyayı istila eden zombileri ehlileştirmeye çalışan bilim insanları uygarlığı temsil ederken, onları korumakla görevli lumpen ve seksist bir grup militarist uygarlıkla karşı karşıya konur. Filmin sonunda bilim insanları kurtulurken; militaristler ölüler tarafından mideye indirilir. ‘Ölü’ üçlemesi, Amerikan korku sineması için istisnai bir örnektir. Zombi teması, tüketim toplumunun, kapitalizmin insanları yok eden ve başkalarını da yok etmeye zorlayan bir açlığa metaforik olarak yapılan bir göndermedir. (Politik Kamera s. 283)

Bu görece ilerici örnekten sonra Resident Evil serisini ne yapmalı? Aynı adlı bilgisayar oyunundan uyarlama olan seri, zombi metaforunu kullanış biçimi açısından bir önceki örneğimizden çok farklı bir yere oturuyor.

Başka bilgisayar oyunları uyarlamalarından da tecrübeli Paul W.S. Anderson’ın  (2. ve 3. filmde yönetmen koltuğunu başkalarına bırakıp yazarlıkla yetinmiş olsa da) yönetmenliğini üstlendiği  serinin ilk filmi Resident Evil (Ölümcül Deney) Racoon City’nin altında bulunan ve Umbrella şirkete ait olan Hive (kovan) adındaki tesiste meydana gelen kazayla başlar. Umbrella çok farklı sektörlere hakim olan uluslar arası bir tekeldir. Hive adındaki yer altı tesisi ise ilaç sektöründeki gizli çalışmalarını yürütebilmek için kurulmuş, çalışan personelin tesise giriş çıkışının çok sıkı denetlendiği bir yer altı tesisidir. Serinin diğer filmlerinden anlayacağımız üzere bu tesiste biyolojik silah üretilmesi için bilimsel çalışmalar yürütülmektedir. Bu deneylerin bir ürünü olan T virüsü bir kaza sonucu serbest kalır. Tesisin güvenliğinin bağlı bulunduğu süper bilgisayar yazılımı Red Queen virüsün tesisten çıkması riskine izin vermemek için tesisten çıkışı imkansız hale getirir ve o sırada orada bulunan tüm personeli öldürür. Fakat virüs havalandırmanın etkisiyle kısa sürede tüm personele bulaşmış ve ölüler birer zombiye dönüşmüştür. Virüsün serbest kaldığı esnada tesisin yüzeye yakın ve izole bir kısmında bulunan Alice virüsten etkilenmemiştir. Burada Alice’e içerideki kız kardeşini bulmak için tesise girmeye çalışan bir polis memuruyla, tesise girip Red Queen’i etkisiz hale getirmekle görevli, Umbrella’ya bağlı bir grup paralı asker katılır ve birlikte  tesisteki zombilere ve Red Queen’in tuzaklarına karşı hayatta kalma mücadelelerine tanık oluruz.

Bir zombi filmi olan Resident Evil’da ilk dikkati çeken şey, filmde korku unsurunun yanı sıra bilim kurgu türüne ait unsurların da bir hayli yer kaplıyor oluşu. Bilimkurgu türünde ‘Frankenstein’dan Terminatör’e uzanan bir hattın ortak eksenini insanın yaratısının kontrolden çıkması ve yaratıcısıyla uzlaşmaz bir çatışmaya girişi oluşturmaktadır.’ (Sinecine, 59) Bu filmde de Red Queen, insanın yarattığı ve kontrolden çıkan bir yapay zeka olarak yaratıcılarıyla karşı karşıya getirilmiştir. Holywood sinemasında bilim kurgu türünün hemen hemen her örneğinde karşımıza çıkan bu teknofobik tavrın ideolojik kaynağı yarım kalmaya mahkum burjuva aydınlanmasının bıraktığı boşluktan yararlanan, bilimsel gelişme ve modernitenin sonuçlarına dair kuşku ve endişeyle bakan muhafazakar bakış açısıdır. Filmin sonunda Red Queen’i kapatmayı başaran ekibimizden hayatta kalmayı başaran polis memurumuz ve Alice de virüsten etkilenmiş halde tesisin girişine ulaşmayı başarır ve burada Umbrella hesabına çalışan bilim insanları tarafından yakalanırlar. T virüsünü zombi ısırığıyla değil de tesiste üretilen mutant yaratıklardan birinin saldırısı sırasında kapan polis memurumuz bilim insanları tarafından ‘Nemesis’ programına alınır. Alice bir süre geçtikten sonra Umbrella şirketine ait bir binada uyanıp dışarıya çıktığında, serbest kalan virüsün Racoon City’e yaptılarından bir kesit görmesiyle bir sonraki filmin ekseni de hissettirilmiş olur. Artık Umbrella Corporation’da uyanan Alice’le başlayıp bir sonraki filmin de yapım aşamasında olduğu müjdesiyle biten filmler serinin olmazsa olmazı haline gelmiştir.

Serinin ilerleyen filmlerinde Alice’in T virüsüyle birlikte mutasyona uğradığını ve herhangi bir dejenerasyona uğramadan ‘süper güçler’ kazanmış bir halde ortalıkta dolaşıp zombi patakladığını izliyoruz.

İkinci film, Resident Evil Apocaliypse’de virüsün şehri ele geçirirken oyundan aşina olduğumuz Jill Valentine karakteriyle Alice’in yolları kesişir ve birlikte hayatta kalmaya çalışırlar. Bu sırada Umbrella şirketi virüsle ilgili deneyler yapmayı sürdürmektedir ve Nemesis programıyla birlikte bilgisayar komutlarıyla kontrol edebildiği süper bir canavarı Alice’in karşısına çıkarır. Bir taraftan da virüsü Racoon City sınırlarında tutmak için şehir Umbrella güçleri tarafından kuşatılmış ve karantina altına alınmıştır. Bu noktada ilk filmde karşımıza çıkan ve bir bilim kurgu klasiği olan teknofobinin yanı sıra bir tür liberal anti-tekelcilik de kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlar. Umbrella Corporation kar amacı güderek sonuçları insanlık açısından yıkıcı olan deneyler yaparak T virüsünü geliştirmiş ve bu virüs kazara kontrolden çıktıktan sonra da deneylerine devam etmiş olan insanlık düşmanı bir kuruluş olarak her şeyin sorumlusu olarak gösterilir. II. Filmde de şirketin şehirde sağ kalan insanları kurtarmak gibi bir gündemi hiç olmamış ve kendi prestijini sarsacak bir skandalı önlemek adına şehri zombilerle ve sağ kalan insanlarla birlikte nükleer silah kullanarak yok etmeyi seçmiştir.

Üçüncü film, Resident Evil: Extinction’da virüs tüm dünyaya yayılmış ve Alice Nevada çölünü aşıp, soğuktan dolayı virüsün hayatta kalamadığının tahmin edildiği, virüsten izole olabileceği düşünülen Alaska’ya ulaşmaya çalışan bir grup insana katılır ve onlarla birlikte Mad Max’in filmindeki mizanseni oldukça andıran bir ortamda Umbrella Corporation’a karşı mücadele eder. Öte yandan şirket de virüsle ilgili deneylerini sürdürmekte ve bir taraftan zombileri ehlileştirip onlardan beyinsiz bir işçi ordusu yaratmaya çalışırken diğer taraftan da virüsle özgün bir mutasyona uğrayan Alice’i deneylerinde kullanmak için ele geçirmeye çalışır. Alice’i bir türlü ele geçiremeyen, yakalar gibi olduğu kısa anlardan sonra tekrar kaybeden şirket şimdilik Alice’in sayısız klonunu üreterek deneylerini bu klonlarla sürdürmektedir. Şirketin çölün ortasında deneylerini sürdürmeye devam ettiği bir tesisinin bulunduğunu ve bu kaleyi andıran tesisin de sayısız zombi tarafından kuşatılmış olduğunu görürüz. Filmin sonunda Alice kendi sayısız klonunu, Umbrella makinelerine bağlı ve uyutulmuş halde bulacaktır.

Dördüncü film, Resident Evil Afterlife’ta tekrar yönetmen koltuğuna oturan Paul Anderson, izleyiciyi Mad Max serisini çağrıştıran çöl ortamından; virüsün sonradan ulaştığı Japonya’nın başkenti Tokyo’ya götürür. Film bu metropolde virüsün nasıl yayılmaya başladığını gösteren bir sahneyle başlar. Daha sonra buradaki Umbrella tesisine Alice’in serbest bıraktığı klonları tarafından düzenlenen saldırıya tanık oluruz. Burada Alice’in yeni hasmı şirketin en üst düzey otoritesi konumuna yükselmeyi başarmış olan Albert Wesker’la tanışırız. Wesker T virüsünü kendi üzerinde denemiş ve Alice gibi doğa üstü güçlere kavuşmuştur. Klonlar Wesker’ı öldürmeye çalışırlar fakat Wesker klonları öldürüp uçağıyla kaçmayı başarır. Derken gerçek Alice uçakta Wesker’ı sıkıştırır. Wesker Alice’e enjekte ettiği bir serumla, virüsün Alice’in güçlerini artıran etkisini nötralize eder. Bu karşılaşmadan 6 ay sonra Alice Amerika’ya doğru yola çıkar. Amacı planörüyle Alaska’ya giderek, virüsten etkilenmemiş tek yer olduğuna dair ortalıkta hakkında efsaneler dolaşan Arcadia’yı bulmaktır. Bu yolculuk sırasında Los Angeles üzerindeyken bir binanın en üst katında bir grup sağ kalan insanın dikkatini çekmeye çalıştığını fark eder ve buraya inmeye karar verir. Buradaki gruptan öğrendiği üzere Arcadia seyahat ederek sağ kalanları bulmaya çalışan transit bir kargo gemisidir ve bulundukları binadan dürbünle görülebilmektedir. Alice buradaki insanlarla birlikte uçağıyla gemiye gider ve geminin aslında bir tuzak olduğu anlaşılır. Konteyner’ların arasında ilerledikçe kapaklar kalkmakta ve Umbrella şirketinin amblemiyle süslü teknolojik aletler görülmektedir. Yolu takip eden ekip geminin seyahati sırasında bulunan insanların gemide Umbrella’nın esiri olarak konteyner’larda uyutulmuş vaziyette saklandıklarını keşfeder. Ve sonra da Wesker’la karşılaşırlar. Alice burada Wesker’ı yok etmeyi başarır ve esirleri kurtararak geminin güvertesine çıkar. Filmin final sahnesinde bir sonraki filmin ilk sahnesinden bir kesit gösterilir. İkinci filmde Alice’e yardım eden Jill Valentine, bir uçak filosu eşliğinde şirket adına gemidekilere bir saldırı operasyonu düzenlemek üzereyken askerlerine çatışma öncesi bir söylev vermektedir. Böylece izleyici bir kez daha bir sonraki filmi iple çekmeye konumlandırılmıştır ve bir sonraki filmde karşılaşabileceği 3D görüntülü, bol efektli ve “zombi kıçı tekmeleyen seksi bir kadın” karaktere yaslanan bir aksiyon filmini hayal etmeye başlamıştır bile.

Son filmimiz, Resident Evil Retribution, Umbrella şirketi tarafından beyni yıkanmış Jill Valentine’in şirketin askerleriyle birlikte düzenlediği saldırı esnasında içinde bulunduğu hava aracının gemiye çarpmasıyla meydana gelen patlama sonucu Alice’in denize düştüğünü ağır çekimde ve sondan başa doğru akan bir biçimde görürüz. Bilincini yitiren Alice Umbrella tarafından ele geçirilir. Alice bu sefer Umbrella tesisi yerine bir evde uyanır. Bir eşi ve kızı vardır. Yaşadıkları ev, birbirlerine karşı tavırları, evdeki eşyalardan ve kocasının giyinişinden hissettirilen ailenin tam bir Amerikan orta sınıf aile olduğudur. Mutfakta kahvaltı hazırlanırken yapılan şakalaşmalar esnasında birden bir zombi kocaya saldırır. Arkasından Alice kızıyla birlikte saklanıp bir süre sonra even çıkar ve kendini zombi istilasıyla tam bir kaosun yaşandığı Racoon City’de bulur. Yaşanan tüm bu hengamede başka bir eve sığınmayı başarırlar ve kızı başarılı bir şekilde sakladıktan sonra Alice bir zombi tarafından öldürülür. Hemen ardından bunun başka bir Umbrella Corp. Deneyi olduğunu anlarız. Yani öldürülen Alice yine bir klondur ve yaşanan olay deneyin bir parçasıdır.

Daha sonra gerçek Alice bir tür hücrede kendine gelir ve Jill tarafından işkence eşliğinde sorgulanmaya başlar. Sorgu sırasında tesisin bilgisayar sistemi bir süreliğine çökertilir ve sisteme giren birinin Alice’e kaçması için yardım ettiği anlaşılır. Hücreden kaçan ve tekrar düzelen bilgisayar sisteminin lazerli-zombili tuzaklarını aşmayı başaran Alice, yine oyundan tanıdığımız Ada adlı karakterle karşılaşır. Önceki filmde öldüğüne kesin olarak kanaat getirdiğimiz Wesker aslında ölmemiştir ve bilinmeyen bir nedenle Alice’e yardım etmektedir. Başka şansı olmayan Alice, Wesker’ın yardımını kabul ederek Ada’yla birlikte hareket etmeye başlar. İçerisinde bulundukları tesis bir anlamda Hive (kovan)’ın daha gelişmiş bir versiyonudur. Sovetler Birliği döneminden kalma tesis, Kamçatka’da buzun altında bulunmaktadır. Görüldüğü gibi seri uzadıkça daha da zorlama bir senaryoyla çekilen filmin senaristi belli ki tıkanma noktasına gelmiş ve serinin bütününün bir parodisini yapmaya karar vermiştir. Filmin zaten bir uyarlama olduğu yetmiyormuş gibi; son filmde izleyiciye önceki filmlerde izletilen mekanlar, olaylar ve düşmanlar bir kolaj halinde sunulmaktadır. İlk filmde saf dışı bırakılan Red Queen de bu filmde karşımıza çıkar. Bunun dışında oyundan bir çok karakterde son filme Marvel’ın Avangers mantığıyla filme tıkıştırılıvermiştir. Wesker’ın talimatıyla bir araya gelen bu ekipte, önceki filmden yine ölmüş olması gereken Luther West, oyunlardan tanıdığımız Leon gibi karakterler vardır. Ekip tesise dışarıdan sızıp Ada ve Alice’i kurtarmakla görevlidir.

Tesis her zamanki gibi T virüsüyle ilgili deneylerin sürdürülebilmesi amacıyla kullanılmaktadır. Bu amaçla devasa stüdyolar inşa edilmiş ve bu stüdyolarda dünyanın farklı coğrafyalarından önemli metropollerde virüsün yayılmasıyla ilgili bir senaryoya dayalı simülasyonların canlandırılabilmesi için gerekli ortam yaratılmıştır. Bunu yaparken şirketin amacı geliştirmekte olduğu silahın etkilerini müşterilerine gösterebilmek ve silahı almaları için onları ikna etmektir. Örneğin, New York canlandırması Rusya Federasyonu’na izletilir, Moskova simülasyonu ise ABD’li alıcılara izletilir. Böylece uluslar arası politik dengeleri lehine çeviren şirket işten karlı çıkarken birbirine karşı silahlandırılan devletler insanlığı tehdit eder hale gelecektir. Yani ilk filmdeki biçimde T virüsü serbest kalmasaydı da muhtemelen virüsü satın alacak olan ülkeler Dünya’nın sonunu getireceklerdi. Tesiste tüm stüdyolar birbirine bağlıdır ve Red Queen Alice ve Ada’yı izlemekte ve her bir stüdyoya girdiklerinde simülasyonu başlatıp onları zombi saldırısına maruz bırakmaktadır. Racoon City simülasyonunda yukarıda bahsettiğim deneyden kalma kız çocuğuyla karşılaşan Alice bu kızı himayesine alır ve yola devam eder. Kız Alice’i annesi sanmaktadır ve kısa sürede aralarında bir bağ oluşur. Alice bu simülasyonda klon halinin orta sınıf yaşantısından fotoğraflar ve benzeri izler bulacaktır. Bu ise seri boyunca yaşanan korku ve yıkım dolu hayatın karşısına Amerikan orta sınıf yaşantısının konması anlamına gelir. İdeal olan ve bu korkunç ortam olmasa yaşanması gereken hayat orta sınıf ailenin hayat şeklidir. Bu sırada Alice ve Ada’yı kurtarmak için tesise giren ekip de Moskova simülasyonunda kızıl ordu kostümü giymiş zombilerle silahlı çatışmadadır. Film boyunca Nemesis hariç bütün zombiler beyinsiz birer yamyam iken, Moskova simülasyonundaki zombilerin silah kullanma becerisinin olması bir yana; tesisin yeri, orak çekiçli asansörler, kızıl ordu askeri zombiler aslında Hollywood sinemasının eski düşmanını neden dirilttiği, bir yaşayan ölü haline getirdiği sorusunu akla getiriyor. Filmdeki orta sınıf etkisi yalnızca az önce bahsedilen idealleştirmeden ibaret değil. Aslında filmdeki anti tekelci göndermelerin de arkasında liberal bir rekabetçi anlayış bulunduğu açık. Yani filmin ideolojik belirleniminin bu açıdan tutarlı/bütünlüklü olduğu söylenebilir. Seri bir yerden sonra tekelleşmenin önü alınamazsa böyle olur tabii dedirtiyor.

Bu durumda film, Red Queen adlı yapay zeka üzerinden geliştirdiği teknofobik tavrıyla, T virüsü üzerinden önü alınamaz bilimsel gelişmenin sonuçlarına dair şüpheciliğiyle vb. en başta değindiğimiz Hollywood korku ve bilim kurgu sinemasının muhafazakar tutumunu sürdürmekte ve buna ek olarak küçük burjuva anti tekelciğini de işin içine katarak fazlasıyla orijinal bir iş yapmakta. Filmin en iyi sahnesiyse şüphesiz son sahnesidir. Sonunda tesisten çıkmayı başaran ve Wesker’ın yanına giden ekibimiz burada kendilerini insanlığın Umbrella şirketine ve zombi istilasına karşı son direnişinin kalesinde buluyorlar. Bu kale tabii ki de Beyaz Saray! Ve Wesker Alice’i neden kurtardığını oval ofiste kendisine açıklıyor; tabii önce Alice’e bir doz serum enjekte ediyor ve güçlerini Alice’e geri veriyor. Çünkü Alice bu direnişin en önemli silahı. Wesker da bu yüzden Alice’i kurtarmış ve bütün ekip Beyaz Saray’ın çatısına çıkıp etrafta koşuşturan, siper kazan, ateş eden Amerikan üniformalı askerleri, etrafta uçuşan tuhaf yaratıkları ve Beyaz Saray’a girmeye çalışan sayısız zombiyi izliyor. İnsanlığın son umudu Beyaz Saray!

Kaynaklar:

SineCine, Sinema Araştırmaları dergisi, Hollywood bilimkurgusunda makine, beden, teknofobi, Toygar Sinan Baykan sy. 55-73, volume 3, 2012

Politik Kamera, Michael Ryans, Douglas Kellner, Ayrıntı Yayınları, 2. Baskı, 2010

 

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiekimkasim2012

Bunu paylaş: