Avatar: Korra’nın Efsanesi mi? (Bir Sistem Güzellemesi) – Ozan Özgür Özgün

Avatar: Korra’nın Efsanesi mi? (Bir Sistem Güzellemesi)* 

‘Avatar: The Last Airbender’(Avatar: Son Hava Bükücü) anime serisinin ardından sinema filmi gelmiş hem seri hem sinema filmi hatırı sayılır bir izleyici kitlesi kazanmıştı. Nickelodeon geçtiğimiz sene anime serisinin devamını yapmaya karar verdi ve serinin ilk sezonu Avatar: The Legend of Korra (Avatar: Korra’nın efsanesi) çekildi. Teknik ve özellikle görsel olarak ilk seriden daha iyi bir seri yaratılmasına rağmen, içerik olarak ilk serinin çok gerisinde kalmış bir seri ortaya çıktı. Buna rağmen seriye devam edilmesi kararı alındı. Nisan ayı içinde anime serisinin 2. sezonu izleyicilerle buluşacak. Söylentilere bakılırsa toplamda 4 sezon olmak üzere 52 bölüm için anlaşma sağlanmış. İkinci sezon öncesinde serinin ilk sezonunu değerlendirmek yerinde olacaktır.

Kısa Bir Bakış

Avatar serisini kısaca açıklamakla fayda var. İnsanların hava, su, ateş ve topraktan birini bükebildiği bir dünyada geçen fantastik olayları ele alıyor seri. Bükücülük yeteneği genetik olarak kazanılıyor başka bir deyişle  karşımızda herkesin bükücü olmadığı bir dünya var. Bazı su bükücüleri dolunay zamanında (sadece dolunay zamanında olmadığını Korra’nın efsanesinde öğreniyoruz) kan da bükebiliyor. Avatar ise hava, su, ateş ve toprağın hepsini bükebilme yeteneğine sahip kişi. Avatar aslen tek bir ruhani varlık ve dünyaya reenkarnasyon ile yeni bedenlerde geliyor. Avatar: Son Hava Bükücü serisi ateş ulusunun kanlı bir savaş başlatıp, hava bükücülerin tamamını yok etmesinin (bu esnada son hava bükücü olan Avatar (Aang) bir buz dağının içinde kendisini korumaya almıştır) 100 yıl sonrasında başlar. Uykuya daldığı buzdağının içinden 12 yaşındaki Avatar’ın çıkmasıyla başlayan seri 3 sezon sürdü. Avatar, her sezon  bir  bükücülükte ustalaşıp ateş ulusu ile olan savaşı bitirme derdindeydi. Dizinin sonunda da dünyaya yeniden barışı getirmeyi başardı.

Dizinin yeni serisi, Avatar Aang’in ölümünden 70 yıl sonrasını anlatıyor. Avatar bu kez su bükücülerden gelen ergenlik çağında Korra adında bir kız. Aang’den faklı olarak çocuk yaştan itibaren su, ateş ve toprak bükmeyi biliyor. Hava bükmeyi öğrenmek için ise her türlü bükücünün ve bükücü olmayanların bir arada yaşadığı Cumhuriyet Şehri’ne, Aang’in oğlu Tenzin’in yanına gidiyor. Lakin şehir huzurlu değil, zira eşitlikçiler (equalists) adı verilen bir grup bükücü olmayan insan, toplumsal yapıyı değiştirmek istemektedir. Serinin ilk sezonu Korra’nın, eşitlikçilerin lideri Amon ile mücadelesini anlatıyor.

70 Yılda Neler Değişmiş?

İlk seri ile ikinci seri arasında toplumsal yapı yönünden çok ciddi farklar var. Öncelikle Avatar Aang döneminde kırsal/tarım toplumu mevcut iken yeni seride şehirleşen, sanayileşen bir toplum olduğu göze çarpıyor. Şehirde arabalar, tramvaylar   hayvanların   yerini   almış   durumda. Fabrikalar  kurup şirketleşen üreticiler göze çarpıyor. İki seri arasındaki en önemli farklardan biri de yeni bir bükücülüğün doğması: metal bükücülük. Adeta sanayi devrimini çağrıştırır bir şekilde artık metal de bükülebilmektedir.

Bu genel değişikliklerin dışında komünal toplum yerini tamamen ticari bir yapıya bırakmış. Dizinin ilk bölümünde Korra şehre geldiği zaman parası olmadığı için aç kalır. İnsanlar ya esnaftır ya da fabrikalarda işçidir. Elbette çok küçük bir azınlık ise bu fabrikaların sahipleridir. Radyo icat edilmiş, gazetelerle birlikte bir medya doğmuştur. Tahmin edilebileceği üzere medyanın bir kısmı önemli yerlerdeki kişiler tarafından yönlendirilebilmektedir.  Bükücülük aynı zamanda bir spor dalına dönmüştür. Pro-bending denilen bir spor icat  edilmiş, radyoda maçlar yayınlanmaya başlamış, insanlar pro-bending stadına akmaya alışmıştır. Toplumda profesyonel bükücülere ilah muamelesi yapılmaya başlanmıştır. İlk sezonun içinde ayrıca şike, hile gibi kavramların da yeni sistemin bir parçası haline geldiğini görüyoruz.

Her Şey Sistemin Parçası

Diziyi olaylar yönünden anlatmanın pek bir faydası yok. İrdelenmesi gereken asıl konu ise anime serisinin sistemle yakın ilişkisi. Özellikle çok kısa süre önce tecrübe ettiğimiz Oscar gecesinin ardından ABD yönetimi ile sinema-tv dünyasının yakın ilişkileri üzerine bir şeyler söylemek daha çok anlam kazanıyor.

İkinci seride ilk serinin aksine tarihsel dönem tahmin edilebilir durumda. Sanayileşmenin hız kazandığı, arabaların kısa süre önce piyasaya çıkıp yaygınlaşmaya başladığı günler… Olayların tarihini 20.yy başları olarak nitelemek doğru olacaktır. Medyanın doğum süreci, sanayinin kırdan kente göçe sebebiyet vermesi, sporun kitleleri yönlendirmeye ve uyutmaya başlaması ve sisteme kafa tutanların taraftarlarını arttırmaları bu nitelemeyi geçerli kılan sebeplerden bazıları.

Dizide gerçekleşen olaylar aslında o kadar tanıdık ki… Örneğin Avatar’ın da yer aldığı pro-bending takımı turnuvaya katılabilmek için kaynak aramaktadır. Bu sırada diziye yeni bir karakter girer: Hiroshi Sato. Sato, Future Industries (Gelecek Endüstri) firmasının sahibidir. Tek başına bu karakter bile kapitalist sistemin klişeleriyle doludur. Yoksul bir aileden gelmektedir, bükücü değildir.  Çok çalışıp alın teriyle birikim sağlamış ve bir sanayi devi olmuştur. Yoksul gençlere, emekçi çocuklarına anlatılan rol model Hiroshi Sato’da vücut bulmuştur. Malikanesindeki uşaklar kölesi gibidir, misafirlerin hayvanlarını dahi havluyla kurulamakla yükümlüdür. Sato’nun daha sonra sistem karşıtı olduğunu öğreniriz lakin burada izleyiciye açık bir şekilde ‘sistem kötü değil içinden kötü insanlar çıkabilir’ denmektedir. Sato, Avatar’ın takımına turnuvaya katılması için gerekli parayı verecektir, karşılığında ise formalarında firmasının logosunu taşımalarını talep eder. Sponsorluğun şirin gösterilmesinin yanı sıra bu sistem sadece zenginlere değil yetenekli ama yoksul gençlere de sahip çıkmaktadır mesajı izleyiciye verilir. Korra’nın takım arkadaşı Mako’nun verdiği tepki ise ibretliktir: “Siz isteyin  logonuzu göğsüme kazıtayım.” Sato’nun kızı ise gelenekselleşen tipler gibi değildir ama hala klasiktir. Zengin bir ailenin tek çocuğu olmasına rağmen şımarık değildir, kendi kendine yetebilme derdindedir, hanım hanımcık bu kızımız bükücü değildir ama sisteme kesinlikle sağdıktır.

Sistemin değil bazı insanların kötü olduğuna bir örnek de konsey üyesi, Tenzin’in ezeli rakibi, sezonun sonlarında öğreneceğimiz üzere yönetimi ele geçirmeyi planlayan su bükücü Tarrlock. Bu şahıs sistemin kendisine verdiği yetkileri aşarak, hatta yetkisinin olmadığı anlarda gücünü kullanarak istediğini elde etmeye çalışmaktadır. Dizi boyunca bükme gücü elinden alınan kötü karakterli bükücülerin iyi insanlara dönüşmesi de ilgi çekici bir başka noktadır. Adeta bu insanları aslında kötü yapan sistem değil güç ve para tutkusudur.

Bazı restoranlar sadece burjuvaziye hizmet vermektedir. Kıyafet zorunluluğu olan bu restoranlar toplumsal sınıfları birbirinden uzaklaştırmasına rağmen güzel ve huzurlu yerler olarak lanse ediliyor. Tıpkı burjuva semtleri ile emekçi semtlerinin birbirinden uzaklaştırılıp lüks semtlerin huzurlu ve güvenli olduğunun insanların kafasına kazınması gibi… Daha önce kısaca değinilen profesyonel spor kavramı da güzellenen öğeler arasında yer alıyor. Bu bükücülük müsabakaları bükücülerin ve bükücü olmayanların, zenginlerin ve dar gelirlilerin ortak  eğlence  aracıdır! İnsanları birbiriyle kaynaştırmaktadır! Müsabakaların radyo yayını esnasında reklam yapılmakta, takımlar sponsorlarının ismiyle anılmaktadır. Başarıya endeksli sporcular kişiliklerini kaybetmekte, hayattan kopmaktadır. Hakemler şikeye karışmaktadır. Ama bunların sorumlusu ilginç bir şekilde para ve başarı merkezli sistem değil, eşitlikçiler ve toplumdaki ‘kaka’ insanlardır. Günümüzün endüstriyel sponsorunda üst üste patlak veren şike olayları, sporcuların sahip olamadıkları haklar, ‘spor’ takımlarının şirketleşmesinin ve kar yapar duruma gelmesinin  devasa başarı olarak kabul edilmesi Nickelodeon’un aksine sistemin kirini işaret etmektedir. Nickelodeon’un bu devam animesinde her şey sistemle alakalıdır ama sistemin oturmamasından, birkaç insanın art niyetinden ve eşitlikçilerin  varlığından kaynaklanan sorunlar yaşanabilmektedir. Ama tekrar tekrar söylenen şey eskimez: sistem iyidir.

Kim Bu Eşitlikçiler

Sistem bu durumdayken, birilerinin susmayıp ayağı kalktığı bir gerçek. Tarih bunun şahidi. Tıpkı Oscar törenlerinin Beyaz Saray ve CIA’in İran’a karşı gövde gösterisine dönüşmesi gibi Nickelodeon da kapitalizmin yardımına koşuyor ve eşitlikçilerin yakasına yapışıyor. Peki kim bu dizinin kötüsü eşitlikçiler? İşte bu noktada olaylara iki farklı açıdan bakmak mümkün. Eşitlikçilerin kim olduğunu irdelerken bu iki  bakış açısına da değinerek ilerlemek daha doğru gibi.

Eşitlikçiler adından anlaşılacağı üzere bükücü olmayanlarla bükücülerin eşit olduğu bir dünyada yaşayabilmeyi savunmakta. Bu yönden eşitlikçileri bir ülkede azınlıkta olan bir millet/ulus/ırk olarak görmek mümkün. Ama dizinin  ilerleyen bölümlerinde Eşitlikçilerin lideri Amon yakaladığı bükücülerin bükme güçlerini tamamen yok etmeye başlıyor (ilginç bir şekilde dizi boyunca, bu gücü nasıl ve nereden aldığı üzerine en ufak bir açıklama yapılmıyor, ilk seride öğrendiğimiz, sadece Avatar’ın bir bükücünün güçlerini alabildiğiydi). Bu noktada bükücüleri ve bükücü olmayanları etnik kökenleri farklı olan kişiler yerine toplumsal sınıflar olarak incelemek daha doğru görünüyor. Böylece eşitlikçileri sosyalist olarak tanımlayıp işçi sınıfının iktidarında burjuvanın elinden üretim araçlarının alınması ve sınıfsız bir toplum yaratılması hedeflerinin simgeleştirildiğini söylemek oldukça uygun oluyor. Eşitlikçilerin şikayet ettiği bir husus ise bükücülerin bariz bir şekilde egemen olması. Öyle ki toplumun tamamını etkileyen kararların alındığı 5 üyeli konseyin tamamı bükücü. Bunun yanı sıra emniyet teşkilatı da tamamen metal bükücülerden oluşmakta. Bu şikayet konusu, eşitlikçilerin etnik azınlık olduğu tezini de, sosyalist olduğu tezini de doğrulayabilecek nitelikte. Zira sosyalist ideolojide devlet egemen sınıfın yani burjuvazinin (bükücülerin) amaçları doğrultusunda ve etkisi altında hareket eden bir mekanizmadır. Emniyet teşkilatı da haliyle egemenlerin silahlı gücüdür.

Bükücü olmayan insanların ve eşitlikçilerin seslerini yükseltmesine sebep olan bir başka durum da mafya/haraççı bükücüler. Bükücü olmayan insanlardan tehdit yoluyla haraç toplayan bu bükücüler sosyalistlere göre kapitalist sistemin kaçınılmaz sorunlarından biri, itilip kakılan etnik azınlıklara göre ise şehre gelen azınlıkların ellerinden hakkını çalan ırkçı faşistler. İlginç olan ise dizi boyunca emniyet teşkilatının bu sokak çetelerine dokunmaması (yalnızca Korra şehre ilk geldiğinde 3 tane haraççı bükücüyü tartaklıyor). Lakin Amon ve ekibi yakaladıkları çete üyelerinin bükme güçlerini ellerinden alıyor.

Eşitlikçilerin sloganlarının tamamen eşitlik üzerine kurulu olması her iki perspektifi de geçerli kılabilecek bir argüman. Fakat Sato gibi bir burjuva ile eşitlikçilerin iş birliği yapması, eşitlikçilerin üretim şekli hakkında hiçbir söylemlerinin olmaması sosyalist olma ihtimalini bir hayli azaltıyor. Önceleri sadece bildiri dağıtıp eylem yapan eşitlikçilerin daha sonra silahlı eylemlere geçmesi hem dünya üzerinde bir çok kez karşılaşılan etnik eylemleri, hem de yine dünyanın hemen her yerinde tecrübe edilmiş silahlı mücadele veren sosyalist grupları çağrıştırıyor.

Eşitlikçilerin kim olduğundan bağımsız olarak sisteme sadık kalan bükücü olmayan insanların mutlu olması, iyi kişiler olarak lanse edilmesi de kapitalist sistemin de milliyetçi devletlerin de kullanageldiği bir argüman olmuştur.

Diziyle ilgili gerek kurgusal bazda gerek alt metin bazında çok ciddi bir eksiklik var. Eşitlikçileri kötü yapan ya da taleplerini yanlış kılan hiçbir durum yok. Sadece lider Amon’un aslında bir bükücü olduğunu ve amacının babasının başaramadığını, cumhuriyet şehrinin yönetimini ele geçirmeyi, başarmak olduğunu öğreniyoruz. Fakat bu var olan sorunların hiçbirini yok etmiyor. Sokak çeteleri de, yönetimi elinde tutanların tamamının bükücü olması gerçeği de olduğu gibi devam ediyor.

Eşitlikçilerin talepleri karşısında hepimiz kardeşiz söylemi çok cılız kalıyor. Eşitlikçilerin aslında haklı olduğu gerçeği bariz bir şekilde karşımızda duruyor.

Eşitlikçilerin söylemlerinde ekonomik ve tarihsel hiçbir girdinin olmaması sosyalist olma ihtimallerini azaltırken, bükücülüğün bir kişinin elinden  tamamen alınabilmesi etnik kimlik olma ihtimalini neredeyse imkansız kılıyor. Eşitlikçilerin aslında kimi temsil ettiğinden bağımsız olarak ortada bir gerçek var; bu sistem kokuşmuş ve bizi içine çekmek için uğraşıyor. Sisteme sadık kalındığı taktirde ödül veya umut vaat ediliyor. Eşitlikçilerin yeri net; sistemin içinde kirlenmemek için sistemin karşısında…

*https://issuu.com/azizm/docs/e-derginisan2013

Bunu paylaş: