Sanatçının Aydınlanmacı Kimliği Nerede Başlamalı?*
Aylan Kurdi’yi hatırlayan var mı? Yanıt ikili şekilde hem olumlu hem olumsuz olabilir ancak aynı soru “bir yıl sonra Aylan Kurdi’yi hatırlayan olacak mı?” şeklini alsa yanıtların büyük oranda olumsuz olacağını söylemek herhangi bir öngörü gerektirmiyor. Başta Suriyeliler olmak üzere mültecilerin son aylarda daha çok gözler önüne serilen dramının simgesi olan, ölü bedeni kıyıya vuran küçük çocuktan bahsediyoruz. Aylan’ı hatırlayamamak üzerinden ahlaki bir söylem türetmeyeceğiz; ya da sosyal medyanın sınırsız enformasyon bombardımanı üzerinden internet öncesine güzellemeye gitmeyeceğiz. Zira buradaki kritik eşik, Aylan’ı hatırlayıp hatırlamamaktan ziyade Aylan’ı ve onun yaşlarında binlerce çocuğun onlarca yıldır yaşadığı benzer sonun gerekçeleri üzerinde akıl yürütebilme yetisi.
Bu noktada devreye öncü bir konumlanışa sahip olarak, entelektüel algı düzeyini ilerici bir tavırla üretime dönüştürmesi beklenen aydın sanatçı giriyor, girmeli. Kıyıya vuran cansız bir çocuk görüldüğünde bu duruma vicdanen üzülmeyecek bir birey yok denecek kadar azdır. Böylesine insani bir tepkiyi, duyarlılığı hemen herkes verir. Aydın bir sanatçı olarak ortaya çıkacak kişi, söylem olarak bu düzeyi aşmadığı sürece ne bir sanatçı ne de bir aydındır ve Aylanların trajedisinin unutulup gitmesinden de sorumludur. Sanatçı söylem veya üretim düzeyince verili durumun üzerine çıkabildiğinde, estetik dokunuş üretebildiği noktada aydın halini alır. Pablo Picasso’nun Guernica’sı*, Hitler-Franko işbirliğinin Guernica’da yarattığı yıkımı evrensel hafızaya estetik bir şiddetle kazımıştır. Aynı Picasso Guernica’yı yaratmak yerine “basın açıklaması” yapıp saldırıyı lanetleseydi Guernica faşistlerin amaçladığı şekilde gerçekten haritadan/hafızadan silinmiş olurdu.
Günümüzde sanat piyasası adı altında türeyen post modern cevherler(!) küresel ölçekte aydınlanmacı tavrı soğurmuş durumda. Ülkemizde de durum ne yazık ki benzer. Tek fark ise Türkiye’de muhalif ve toplumcu izlenim yaratan sanatçıların birçoğunun üretimden kaçınmaları veya geri kalmaları. Aylan trajedisine dönecek olursak, AKP gençlik kolları üyelerinin benzer kıyafetlerle “kıyıya vurma” eylemleri yoğun biçimde alaya alındı. Ancak AKP gençlik kolları söz konusu ölüm fotoğrafının üzerine söz söyleyerek, kendi ideoloji doğrultusunda suçlanması gereken olguların Batı medeniyeti, Aydınlanma ve modernite olduğunu dile getirmelerine vesile olacak bir eyleme imza attılar. Evet, eylem başarılı değildi ancak kendilerinden beklenilmeyecek bir yaratıcı düşünce ortaya koydukları yadsınamaz.
Toplumcu kanatta ise Mustafa Bilgin gibi sanatçıların dokunuşunu gördük. Aylan’ın bedeninin, trajedinin bizzat sorumlusu olan, emperyalist-kapitalist gericiliğin sarayında bir öğün olarak betimlendiği karikatürde sanatçı dokunuşu verili söylemin üzerine önerme getiriyor.
Aylan örneğini tüm trajedilere ve gelişmelere uyumlayabiliriz. Günümüzde “doğayı koruyalım” veya “savaşlar olmasın” önermesiyle sanat üretmek ne kadar toplumcu ve aydınlanmacı? Kitlelerin hâlihazırda dile getirdikleri bu söylemler üzerinden birilerinin duyarlı sanatçı payesi kazanması gerçekten mide bulandırıcı. Duyarlı gözükme ve vicdanlı durabilme bir sanatçı için yeterli olamaz. “Barış hemen şimdi” diye bağıran, barış bildirilerine imza atan sanatçılar niçin ölümsüzleşebilecek eserler üretme yolunu seçmezler barış için? Bu tıpkı “12 Eylül ne kötüydü” önermesinin ötesine geçemeyen darbe dönemi filmlerimizin başarısızlığı gibi bir kısırdöngüdür. Çoğunluğun seviyesinde hatta gerisinde kalmış bir sanatçı, en hafif tabirle aydın olma yetisini yitirmiştir. Aydınlatmak yerine kitlelerden üstüne yansıyan parlaklığı geri yansıtmaktan öte yapabildiği bir şey yoktur söz konusu kişilerin. TV’de akıl almaz bir sansür varken filmlerini geri çekemeyen, tiyatro oyunları yasaklanırken tiyatroyu sokağa taşıyamayan, heykeller sökülürken korsan heykeller dikemeyen, dizilerdeki emek sömürüsü ayyuka çıkmışken dizilerdeki haftalıklarından feragat edemeyen ama her fırsatta basın açıklaması yapan ünlülere Türkiye’de sanatçı deniyor! Bunun önüne geçmek zorundayız. Bu tembellik ve üretimden uzak durma, o çok tepki gösterilen tüketim toplumunu besliyor bir anlamda. İnsanlar belli bir duyarlılık seviyesi ile bir tepki geliştirirken topluma öncü olması beklenenler bu duyarlılığı tüketerek orgazmdan orgazma koşuyor! Bu kısa mesafe koşucularına artık dur demek gerekiyor.
Savaş, toplumsal eşitsizlik gibi küresel sorunlarda emperyalizmi ve kapitalizmi göremeyen, buna karşı “ne yapmalı” sorusuna yanıt aramaktan kaçınan söylemler ve estetik açıdan evrensel bir çağrıyı ateşleyemeyen üretimler bir noktadan sonra dijital filtreler eşliğinde başarılı manzara fotoğraflarına kavuşan sosyal medya hesaplarından farksızlaşıyor. Burada elbette aydın bir sanatçı olmanın ön koşulunun politik düzey olduğu düşünülmemeli. Benzer şekilde içsel dünyanın devinimleri noktasında toplumun bilmediklerini yaratabilme ya da bildiklerini bambaşka bir biçimde sunabilme yetisi, yukarıda altını ısrarla çizdiğimiz aydın sanatçı olabilmekte yatan ayrımının ta kendisidir. Sanatçı, ilan ettiği politik görüşleriyle değil, aydın sözcüğünün anlamını somut olarak karşılayabildiği oranda önde, ileride ve de özerk olabilir. Mehmet Aksoy**, Genco Erkal***, Şükran Moral**** ve her şeye rağmen sayıları hatırı sayılır bir rakama ulaşabilen sanatçılarımız durmaksızın üreterek insanlığın ilerici birikimine yaratımlarıyla katkı sağlamaktadırlar. Bu adların öne çıkması ve ardından gelen kuşaklarca takip edilmeleri, kendisine aydınlanmacı diyen tüm oluşumların, Azizm Sanat Örgütü’nün de hedefleri arasında yer almalıdır.
* Ocak 2008 tarihli 3. sayımızın 53. sayfasında “Guernica’nın Anlamları” başlıklı yazıda eserin arka planına odaklanmıştık;
http://issuu.com/azizm/docs/edergiocak2008
** http://www.mehmetaksoy.com/
*** http://www.dostlartiyatrosu.com/genco_erkal.html
**** http://www.sukranmoral.com/ Şükran Moral ile Mart 2011 tarihli 41. sayımızda gerçekleştirdiğimiz söyleşi sayfa 20’de; http://issuu.com/azizm/docs/edergimart2011