Peki Ya Türkiye’de Aktivist Sanat – İlkay Sevgi

Peki Ya Türkiye’de Aktivist Sanat*

Aktivist medya ve aktivist sanat, insan vicdanının en büyük dostu olarak düşünülmelidir. Kimi zaman çeşitli baskılarla kararlar vermek zorunda kalan hükümetlere ve politikacılara dahi destek olabilir. Aslında acı söyleyen düşman değil dosttur. Toplumun vicdanı olan yazarlar, sanatçılar ve düşünürler vakitli olarak dikkate alındığında sorunların çözümüne yardımcı olur. Ülkemizdeki gibi ifade alanlarını daraltmak; terör karşıtı bir önlem değil, aksine kendini ifade edemeyen ya da kendi fikirlerinin ifade alanı bulamadığını düşünen insanların sistem dışına kaymasına ve hatta suç ile bütünleşmesine neden olur. Batı kültürlerinde iktidarlar baskı yolunu seçtiğinde, sivil toplum karşıt fikirler etrafında öyle bir toplanır ve özel sektör öyle bir destek verir ki, iktidar gerisin geri baskıdan vazgeçmek zorunda kalır. Ancak bizim gibi arada kalmış toplumlarda ve doğu kültürlerinde gücün yanında toplanmak alışkanlığı mevcuttur; güç sizin yanınızda olmasa bile…

Türkiye’de insan hayatının temel insan hakkı olarak benimsenmemesi ve kolaylıkla modernite öncesi kolektivitenin dinsel ögelerle bezenerek bireyin haklarını yok etmesi ve insan hayatını ikincil kılması belki de en ciddi sorunumuzdur. Avrupa’da Rönesans ile başlayan insan hayatına, özgürlüklerine, ifade hürriyetine değer verilmesi; hukuk ile korunaklı hale gelen bir sanat kazanımıdır. Türkiye, batıyı birebir takip etmek yerine, daha da zor olan bir işe kalkışmadığı sürece rolünü anlayıp tamamlamış sayılmaz. Kolektivite ve bireyciliğin, doğu ve batının, kadın ve erkeğin, diyalektik ve nedenselliğin arasındaki dengeyi kurmak kültürel ve coğrafik olarak aslında Anadolu’ya düşmektedir. Elimizde fırsat varken aydınlanma hareketini doğuya ulaştırmak için yeterince çaba göstermemiş olmamız belki de en büyük hatamızdır. Doğunun spiritüelliğini, atomlarına kadar sinmiş ruhsallığını, sonsuzluk hissini, paylaşma kültürünü, bütünselliğin tutarlı çizgisi olan çapını ve dairenin kapsamını da aynı şekilde batıya ulaştırmanın sanatla, yazınla, sinemayla, tiyatroyla yollarını bulmalıydık.

Postmodernizmin, her şeyin birbirine karışıp bulanıklaştığı bir zaman; materyalizm, idealizm, radikal dincilik veya egemen kültürler ve azınlık kültürleri arasında bir yapılması gereken bir seçim olmadığını, tam tersine tutarlı sentezlerin, bütünsellik formüllerinin, insan haklarının evrenselleştirilmesinin, kültürel diyalogun ve kültürlerarası üretimin çağı olduğunu anlayıp anlatabilmek, çevresindeki karşıt kültürlerin en iyi ve en kötü yanlarını yaşayıp bilen toprağımızın birikiminin harcıdır.

Küresel krizlerin nedenini, tüm matematik ve ekonomi formüllerinin, tablolarının içinde ararken, belki de en temel ivmeyi kaçırıyoruz. Bu da herkesi peşinden sürükleme gücü olan yaratıcılık yeteneğidir. Küresel savaşları, güvenlik formüllerinin arasından hiçbirisi engelleyemez. Sadece niyetin olumsuz olmasından değil, yolun yanlış olmasından, barışı güç gösteriyle aramaktan, bir türlü barış tutkusunun sahiplerine, sanatçılara, yazarlara, âlimlere, aydınlara kulak vermemekten kaynaklanır.

Sanatçılarımız tüm olumsuz koşullara rağmen sanatlarını gün ışığına çıkarmak için her türlü fedakârlığı yaparak sanatın ışığını yaymaya devam ederken, onları desteklemek için yanlarında olmak yeter. Küresel başarılara rağmen bireysel kalan çıkışlar, her nedense yeterli destek bulamayınca toplumsallık kazanamasa da, ilgi ve destekle büyüyecek bir üretim kıvılcımı ve yaratıcılık sihri taşımaktadır. Yazımızın bundan sonraki bölümünde aktivist sanatçılarımızın çalışmalarına yer veriyoruz. Aktivist sanat, pahalı bir organizasyon mudur, mutlaka açıkhavada, kamusal alanda mı yer alır, toplumun tümüne mi mesaj verir. Aslında aktivist sanat eserleri, insanı düşünmeye, değişmeye ve değiştirmeye zorlayan bir tür olması haricinde hiçbir ortak nokta taşımaz. Çünkü farklı olma iddiası vardır. Farklılık iddiası, taklide ve tekrara açık değildir.

Bu arayışların farklı örneklerini verebilmek için çok uzaklara gitmeye gerek yok: Yaratıcı Direniş Atölyesi’nin Cumartesi Anneleri, 1 Mayıs ve Hrant Dink performansları, Tekel işçilerinin çadır direnişleri, anti-militaristlerin Militurizm gezileri, Gülsuyu-Gülensu mahallelerinde kurulan permakültür bahçeleri, Muğla Yuvarlakçay’da HES nöbetindeki kadınların rap performansları, Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi’nin kara duvaklı eylemi, Gözetleme Kamerası Oyuncuları’nın düzenledikleri “Nobese Festivalleri”, Bergama köylülerinin yarı çıplak protestoları, feministlerin “Mor İğne”leri, Dikmen’de yıkımı haber veren direnişe çağrı ateşleri, Metrobüs zamlarına ve otobüs duraklarının kaldırılmasına karşı Tabanvay eylemi…[1]

Tuğçe Tuna/RemDans 31 Ağustos 2008 tarihlerinde Hangar Sanat Derneği tarafından Beyoğlu’nda ikincisi düzenlenen Sokakta Şenlik‘ de ‘Tuzla….Buz..’ isimli performansı gerçekleştirerek Tuzla’da hayatını kaybeden işçilere ve işçi hakları ve iş güvenliğine dikkat çekti. Tuğçe Tuna gösteri hakkında yazımız için şu bilgileri verdi: “Tuzla’da denizaltı denemelerinde 16 işçi kum torbası olarak kullanılmış ve makinenin su alması sonucu işçilerin birçoğu hayatını kaybetmişti. Tuzla.. Buz olmak deyimi ile bu olayın korkunç hissi bu performansta birleşti. Gösteri İstiklal Caddesinde iki kere yapıldı, ayrıca bir kere Kanyon’da ve Contemporary istanbul’da yapıldı. Bedenden yumak fikrini gösterilerde esas aldık.” http://tugcetunaproject.blogspot.com.tr/2008/08/tuzlabuz.html

Lemoine ve Ouardi’nin “artivizm” olarak adlandırdıkları bu tür kolektif eylemler,

[…] aktivist sanatçının sanatıdır. Bazen hiç sanatçısı yoktur ama onu icra eden militanlar vardır. Angaje olan ve angaje eden bir sanattır, harekete geçirmeye çalışır ve tavır almaya yönlendirir. Eylemin ve değişimin araçlarını önerir. Queer nasıl kadının ve erkeğin ötesinde bir üçüncü cins ise, artivizm de estetik ve politik arasında üçüncü bir terimdir… Propaganda sanatı ya da ifşa etme sanatının tersine artivizm, yaratıcılığın, hayal gücünün, mizahın, yoldan çıkarmanın ve oyunun gücüne güvenerek eylem ve direniş biçimleri icat eder ve deneyimler. Avangardın çocuğu ve aynı zamanda yüzyıllardır isyanı besleyen karşı kültürlerin, popüler kültürlerin, şenlikli protesto repertuarının da mirasçısıdır.[2]

Superego, doğu ve batı ilişkisini, doğuyu minderde oturan, batıyı ise sandalyede oturan bir kişi olarak sembolize ederek yorumlayan bir performans…

Aktivist sanat, kamusal mekanlarda izleyicisini aniden bulup şaşırtan bir sanat şoku olarak karakterize olsa da politik mesajları olan ve bu mesajları ulaştırmak için büyük uluslararası organizasyonlar yapmaktan çekinmeyen sanatsal boyutlar da taşır.

THEORY of FALL Düşüş Teorisi performansı, koreograf ve performans sanatçısı Sinan Temizalp tarafından, Simya Sanat tarafından organize edilen Avrupa’nın 30 ülkesinden, Amerika ve Güney Afrika’dan sanatçıların katıldığı Bütünsel Hareket – Integral Move Performans Sanatları Festivalinin TiM’de düzenlenen açılışında gerçekleştirildi. Performans, dünyanın her yerindeki savaşlar yüzünden düşen insanlık değerini anlatıyor..  www.artofglobe.com

Aktivist sanat, etkisini derinde hissettiren ve uzun vadeli olmasını hedefleyen bir sanat türüdür. Bir kelebek etkisi yaratmak ister. Naif, kırılgan bir kalp atışı gibidir ama bir yürek kadar güçlü ve belirleyicidir.

2005’de Gleneagles’ta gerçekleşen G8 zirve protestosunda dağıtılan bir kitapçıkta yer alan bir kolektif eylem deneyimi için şu duygular paylaşılmıştı:

 “Bu tamamen fiziksel bir şey. Kollarındaki tüyler ürperiverir. Tüylerin diken diken olur. Omurganda bir gıdıklanma hissedersin. Kalbin gümbür gümbür atmaktadır. Gözlerin parlar ve bütün duyuların apaçıktır: görüntüler, sesler, kokular gittikçe yoğunlaşır. Birisi sana değip geçer, ten tene değer ve bir kıvılcım hissedersin. Genzindeki biber gazının keskin rahatsızlığına bile bağımlı hale gelirken bir damla su katıksız bir membadan çağlarmış gibidir. Kendini hayatında hiç görmediğin bir yabancıyla en içten muhabbeti ederken bulduğunda durumu hiç yadırgamazsın. [….] Herkes daha bir çekici. Sırıtmadan duramıyorsun. Beynin kim bilir ne tür bir endorfin üretiyor umurunda değil ve şahane hissedersin. Kolektivite bedenin derinlerine kök salar.”[3]

            QUANTUM JUMP –Kuantum Sıçraması, 2008’de, Amerikalı grup Sonneblauma katılımıyla ve Simya Sanat koreografisiyle gerçekleştirilen Istanbul Exchange kapsamında sahne aldı. FreieTheater, Simya Sanat ve British Council tarafından Viyana’da gerçekleştirilen Third Space konferansında gösterimi gerçekleştirildi. Orta Doğu’da süren savaşların batı tarihindeki bilinçaltı motifleri ile bağlantılarını aydınlatmaya çalışan gösteri, Filistin’den katılan sanatçılardan büyük beğeni topladı.

2007 senesinde Irak harekâtını takiben gerçekleştirilen “Sıfır Noktası” performansı İtalya’da EON Network toplantılarında gösterildi. Dünyanın herhangi bir yerinde süren bir savaşın tüm insanlık değerlerine saldırı olduğunu, tüm ilişkileri değersizleştirip etkilediğini anlatan performans Sinan Temizalp ve Gökçe Es tarafından gerçekleştirildi.

Sinan Temizalp, aktivist sanat konusunda duygu ve düşüncelerini aşağıdaki cümlelerle paylaştı: “2007 senesinden bu yana EON Network Türkiye temsilciliğini yürütüyoruz ve yoğun çalışmalarla birçok gösteri, konferans, seminer gerçekleştirdik. Ayrıca Simya Sanat olarak çok sayıda AB projesi yaptık. EON Network toplantılarında Avrupa ağırlıklı olsa da dünyanın birçok ülkesinde sanatçılarla ortak üretimler ve tartışmalar gerçekleştiriyoruz. İlk anda milliyetlerimizi öğrenmeden yakın hissettiğimiz sanatçılar, genelde hep aramızda savaş yaşanmış, birbirimizi düşman olarak görmüş olduğumuz ülkelerden çıkıyordu. Bu başlangıçta bize ilginç gelmişti. Samimi bir diyalog sonunda, Sırp, Yunan, Bulgar, İsrailli olduğunu öğreniyorduk ve onlar da bizim Türk olduğumuzu duyunca şaşırıyordu. Aslında ilginç değildi, düşününce ilişkilerimiz olan insanlarla ancak sorunlar yaşadığımızı fark edebiliriz. Yunanistan ile belki 50 sene bunalımlı ve çatışmalı dönemler yaşadık ancak 500 sene de barış içinde, bir arada yaşadığımızı ve belki de gerçek gücümüze ve potansiyelimize bu kültürlerarası diyalog sayesinde ulaştığımızı görebiliriz. Bu yüzden 2010’da Kültür Başkenti senesinde EON organizasyonunu İstanbul’da yaptığımızda Avrupa’nın en büyük sanatçı buluşmasını gerçekleştirmiş olduk. Bunun nedeni ayrım yapmamak, kültürel çalışmalarda kendi kültürümüzün en derin seslerinden Mevlana’nın “Ne olursan ol Gel” mottosunu izlemekti. Öyle bir sinerji doğdu ki fonumuzun yetmediği organizasyonlar ve ülkeler kendi fonlarını bulup, organizasyonda görev aldı ve performanslar gerçekleştirdi. Her ülkenin sanatçıları toplumlarının vicdanıdır. Barış hareketi din ve milliyet içermeyen kolektif kimlikli bir insanlık hareketi olmalıdır.”

2010 Avrupa Sanatçılar Buluşmasında Avrupa’nın 30 ülkesinden, Amerika’dan, İsrail’den ve Mısır’dan sanatçılar ve akademisyenler, gölge oyunu kahramanlarının yansıtıldığı şemsiyeler ve kuklalarla istiklal Caddesi’nde geçit yaptı.

Aktivist sanatın kendine en doğal ve kendiliğinden şekliyle yer bulduğu toplumsal hareket, muhteşem Gezi hareketiydi. Gezi hareketinde, poiler, dansçılar, tiyatro grupları ve hatta büyük tiyatrolar kucaklaştı. Olamaz dediğimiz her şey oldu. Milyonlarca insan günlerce bu meydanda kalamaz zannettik ama kaldılar. Polisin girmediği bir yerde huzursuzluklar ve güvensizlikler olur zannettik fakat asıl huzursuzluk polis geldiğinde çıktı. Bunca insana yiyecek organizasyonu yapılamaz diye düşündük ama yapıldı. Gezi, etkisi yüzyıl sürecek muhteşemlikte ve uyumla 12 gün sürdü ancak bize yaşadığımızı hissettiren varlığı halen içimizde tüm ezberlerimizi bozmaya devam ediyor. Çetin Altan’ın Gezi direnişi sırasında yayınlanan köşe yazısında belirttiği gibi etkisini farklı ülkelerde de gösteren ve birçok toplumsal harekete yelken açan Gezi, aslında tek bir hükümete ya da tek bir olaya ilişkin değildi. Sesleri duyulmayan kolektif bütünlüğün gücünü gösterdiği bir gençlik ve yenilik coşkusuydu ve geleceğin toplumsal direnişlerinin lidersiz, kendinden uyumlu, kendiliğinden hareketini gözler önüne sererken, toplumsal direnişe yabancı kadirşinas bir kültürün de değiştiğini, sesini bulduğunu gösteriyordu.

Ziya Azazi, Gezi hareketinde Gaz Maskeli performansıyla şiddete karşı Sufi felsefesinin ve harmoninin barışçıl doğasını hatırlatmak için sanatın gücüyle insanları birleştirdi.

Gezi hareketinin piyanistleri, aktörleri, çuvalla yiyecek, battaniye taşıyan oyuncuları asla unutulmayacak. Hareketin belki de en aktivist gösterisi Duran Adam Erdem Gündüz’ün performansıydı. Aktivist sanatın, spontanlığını, derin zekâsını, sahneye, koreografiye bile ihtiyaç duymadan insanları bir duruş ile harekete geçirmenin şifrelerini sanatçı Erdem Gündüz çözmüştü. Nöbetleşe arkasında toplanan duran adamlar, performansı bireysel bir performanstan kolektif bir performansa çevirirken Gezi’nin en çarpıcı ve en etkin olayını sunuyorlardı. Hatta protestoculara karşı bir duruş sergilemek isteyen “Duran adama karşı Duran Adamlar” da, aktivist sanatın ve sanatın amacına ulaştığını gösteriyor, zekâyı, performansı, sessiz tepki ve dayanışmayı karşıt fikir ile de paylaşıyordu. Zaten sanatın anlatmak istediği tam da budur. Karşıt görüşler her zaman olacaktır. Diyalektiğe göre gelişim ancak bu şekilde mümkündür. Önemli olan şiddetin barbarlığına, kolaycılığına, aşağılamasına sürüklenmeden emekle, fikirle, zekâyla etki göstermektir.

[1] / Begüm Özden Fırat, Ezgi Bakçay, 2013. Çağdaş Sanattan Radikal Siyasete Estetik-Politik Eylem. E-skop Sanat Tarihi Eleştiri

[2] Artivisme: Art, Action Politique Et Résistances Culturelles (Paris: Éditions Alternatives. 2010) s. 5

[3] Free Association, “Event Horizon”, 2005, http://freelyassociating.org/event-horizon/ (23. 06. 2012).

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi110

Bunu paylaş: