26 Temmuz 1928 New York doğumlu Stanley Kubrick, Hollywood ve Amerika sınırlarını aşıp dünya çapında değer ve ilgi gören yönetmenlerin başında gelmektedir. Filmografisi nicelik açısından çok zengin olmamasına rağmen nitelik açısından kendisini bir dahi çizgisine getiren kimi zaman sinemanın asabi çocuğu ve hatta sinema manyağı olarak tanımlanan bir kişidir. Garip Doktor, Lolita, Spartaküs, Otomatik Portakal, Cinnet, 2001: Uzay Macerası, Barry Lyndon, Full Metal Jacket gibi birbirinden farklı türlerde alışılmış sinema anlayışının dışına çıkan filmlerin mimarı olan Kubrick, farklı anlatım biçimlerini bir arada aynı film içerisinde kullanabilme yeteneğini ortaya koymuştur. Filmlerinde mükemmeliyetçilik arzusu ön planda olan yönetmenin doğum gününde ise kendi tabiriyle imkânı olsa kopyalarını toplatıp imha etmek isteyecek kadar nefret ettiği ilk uzun metrajı, 1953 yapımı Korku ve İstek‘i ele alarak Kubrick’in aykırılığına uygun şekilde aykırı davranma kararı aldık. Her ne kadar Korku ve İstek Kubrick’in benzersiz filmografisinde göz ardı edilse de yönetmenin yıpratıcı stüdyo baskılarına ve sözcüğün tam anlamıyla düşük bütçesine karşın imzasını atabildiği ve devamında gelen filmlerindeki tema ve önermeleri filmin nispeten kısa süresine rağmen katmayı başardığı bir yapıt
Korku ve İstek, savaşın insan ruhuna verdiği hasarı, düşman hattında uçakları düşen dört askerin nehir yolundan kendi saflarına ulaşmaya çalışmaları üzerinden anlatmaya çalışır.
Filmin giriş sahnesinde de söz edilen askerlerin bizim dilimizi ve zaman kavramımızı kullandıkları ama ait oldukları tek ülkenin kendi bilinçleri oldukları vurgusu yapılmaktadır. İsteklerimiz ve korkularımız bizim dünyalarımızın ürünleridir. İnsanlar, kendi ihtiyaçlarını karşılamak adına birtakım isteklerde bulunurlar ve bu ihtiyaçlarını doyuma ulaştırmak için de çaba gösterirler. Askerlerin de birbirinden farklı olan savaşın devam ettiği ormanlık alandan kurtulma, düşman karargâhındaki generalleri etkisiz hale getirerek ün kazanma ve karşı cinse sahip olma gibi istekleri vardır. İsteklere ulaşma açısından önümüze getirilen korku ögesi ise iki farklı açıdan ele alınmaktadır. İlk olarak, isteklerin karşılanmasının ardından ölümle sonuçlandığının fakat bunun maddi bir ölüm olmadığı ve doyuma ulaşmanın getirdiği manevi bir ölüm olduğunu söylenebilir. Fakat burada ölüm geri dönüşü olmayan bir son değildir aksine er Mac’in nehirde ölmesinin mevcut isteklerinin artık karşılandığı ve farklı istekler için bir değişim gereksiniminin yansımasıdır. Herakleitos’un değişim öğretisine benzetilebilecek ilk aşamanın değişimin bilinmezliğinin ortaya koyduğu korkunun ürünü olduğu kanısındayım. İkinci olaraksa, er Fletcher‘ın da cinsel isteklerini karşılayamamasının sonucu olarak bireyin aklını yitirmesiyle sonuçlanan durumu yani karşılanamayan isteklerinde psikolojik olarak bir zedelenme yaratabileceği korkusu olarak değerlendirilebilir. Bizim de aydınlanma isteğimizden korkan insanlarınsa bu korkularının gelenekselden ayrılmanın, bireyleri sapkınlaştıracağı düşünceleri öne çıkarken aslında aydınlanma isteğimizin sanatın ve bilimin ışığında geleneksel, tutucu düşünceyi yenerek insanları korkularından arındıracağını söyleyebiliriz.