Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri sinemasının değil bir bütün olarak yer kürenin ana akımı olmayı başaran Hollywood sinemasının eteklerinde yer edinmekten başka çaresi olmayan Amerikan bağımsız sineması, Hollywood’un yeniden çevrimler, devam filmleri ve elbette bir zamanlar Western türünün hegemonyasını çağrıştıracak şekilde bitmek bilmeyen süper kahraman filmleriyle boğulmasının neticesinde, “bulunmaz Hint kumaşı” haline gelerek bir bütün olarak Birleşik Devletler sinemasına nefes aldırıyor. 2017 yapımı, sessiz sedasız bağımsız, Lady Bird/Uğur Böceği’nin, En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo dâhil tam beş dalda Oscar’a aday gösterilmesi, Akademi’nin ülke sinemasının itibarını korumak/kurtarmak açısından Hollywood’dan çıkmaya mecbur kaldığının kanıtı adeta. 2012 yapımı Frances Ha filmiyle ülkemizde de hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip oyuncu Greta Gerwig’in ikinci yönetmenlik denemesi olan Uğur Böceği, 2002 yılında Sacramento’da lise sona giden Christine’in büyüme sancılarına, okulu, çevresi ve elbette ailesiyle yaşadığı çatışmalara odaklanıyor.
Joe Swanberg ile birlikte 2008 yılında yönettiği Nights and Weekends’de bir çiftin uzak mesafeye rağmen yürütmeye çalıştığı ilişkiyi konu edinen Gerwig, yaklaşık on yıl sonra, bu kez tek başına, giriştiği yönetmenlik macerasında, oyunculuğu bir kenara bırakıp filmin yalnızca kamera arkasına odaklanıyor; ve bunda başarı kazanıyor. Oyuncu olarak Woody Allen ve Noah Baumbach gibi usta yönetmenlerin denetiminde çalışmış olmanın verdiği birikim ile tıpkı onlar gibi gündelik ve çoğunluğa hiç de yabancı olmayan meseleleri kurmacasının odağına yerleştiren Gerwig, drama ve güldürüyü ustaca harmanlıyor. Yönetmenin kendi ilk gençliğinden epey beslendiği bir senaryoyla kotardığı Uğur Böceği, kendisini çevreleyen dünyayı tümüyle reddeden ve ailesinin verdiği adı bile kabul etmeyerek kendisine uygun gördüğü lakabı, “Lady Bird”ü kullanan Christine’in, üniversite okuma hayaliyle açılıyor. En baştaki “Kaliforniya’yı hedonizm cenneti sanan kişi, Sacramento’da Noel geçirmemiştir” alıntısı sonrası, doğu yakasında, New York’ta ciddi bir üniversitede okuma talebini işittiğimiz Lady Bird, filmin ana karakter karşıtı kişisi olarak inşa edilen annesinin maddi durum ve derslerindeki ortalama halini hatırlatmasıyla, ayakları yerden kesilmeyecek bir mizah anlayışının sınırlarını belirliyor. 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında ve 2. Körfez Savaşı esnasında geçen Uğur Böceği, dönem atmosferini, yetişkinliğe adım atma arifesindeki bir kuşağın günlük terminolojisi, Alanis Morissette’den Justine Timberlake’e uzanan müzik tercihleri ve objeleriyle sağlarken, özellikle filmin dokusuna uygun minimalist sanat yönetimi övgüyü hak ediyor. Kolaylıkla “retro” popülizmine kayabilecek bir içeriği olgunca karşılayan film, Hollywood’un gençlik filmlerinde idealize ederek sömürdüğü ilk cinsellik, ilk aşk, sınıf ve okul gerilimleri, balo heyecanları gibi alt başlıkların anti tezini sunarken bir Amerikan bağımsızının uzanabileceği muhaliflik sınırlarının sonuna varıyor.
Amerikan sinemasının muhalif kanadının büyük oranda liberallerden oluşuyor olması, bağımsız sinemacılardan sistem karşıtı, kapitalizm veya tüketim toplumuna cepheden saldıran filmler beklemeyi de boşa çıkarıyor. Dolayısıyla Uğur Böceği’nin Hollywood antitezini sunması sistem karşıtlığı hayalini kurdurmamalı. Buna rağmen filmin – birey odaklı da olsa – azınlık, cinsiyet özgürlüğü, kadın hakları gibi liberallerin baş tacı ettiği başlıkları içererek aşıp, sistemin işsizliği, fakirliği, eğitimdeki adaletsizliği, bağnazlığı ve en önemlisi psikolojik rahatsızlıkları tetikleyen insan düşmanı yapısına odaklanması olumlu bir gelişme. Terör ve savaş atmosferinin yarattığı buhranın, gündelik hayatın günün sonunu getirebilmekle eşdeğer halde genel geçer bir mutluluktan ibaret olan bireylerdeki yıkıcı etkisi, filmde Christine’in işsiz kalan, görece entelektüel babası ile süreklileşen depresyonu uzaklaştıramayan rahip/öğretmeni üzerinden gözlemlemek mümkün. Ancak, Uğur Böceği’nin sistem içinde yolunu kaybetmiş farklı kuşaktan karakterleri arasında psikolojik açıdan yıkıcılığın en çok hissedildiği kişisi, gel-gitlerin örtülü bir halde takip edilebildiği, Lady Bird’ün annesi. Filmin, ana akımın iyi-kötü çatışmasına asla izin vermeyen yapısı sayesinde eylemlerin gerekçelendirilebilir oluşu, annenin krizini de gözler önüne seriyor.
Şaşalı, ihtişamlı ve “büyük” Amerikan idealinin, buzdağının su yüzeyindeki kısmında bile bozulduğunu işleyen Uğur Böceği, bu noktadaki başarısıyla ülkemiz senaristlerine ve bağımsız sinemacılarına ders olabilecek bir dokuya sahip. Hollywood’un dev cüsseli, yaşamdan kopuk, “bağıran” yapımları karşısında, gündeliğe sarılmaya, “bağırmamaya” ve minimalist olmaya mecbur kalan bağımsızların, bu çaresizliği olgun bir sinematografiyle kapattıkları görülebiliyor. Başarıyla kaleme alınmış diyalogların, iyi bir oyuncu yönetimiyle karakterlere yedirilişi, güldürüyü sululuğa, dramı melodrama çekiştirmeyen ölçek ve açı tercihleri neticesinde ortaya çıkan uyumun, “mesaj” kaygısına engel olmadığı ortada. Ülkemiz bağımsızlarının sıfıra yakın içerikte sessizliğe boğulmak ya da birden fazla sosyal duyarlılığın bir araya getirilmesinden doğan kakofoni arasında seyretmek yerine nokta atışlarına yönelmesinde fayda var. Bu durum, bağımsız sinemanın çıkış noktası olan kısa film dünyamız için de geçerli.
Greta Gerwig’in yönetmenliğini geliştirdiği, fiziksel olarak yönetmeni bir hayli çağrıştıran Saoirse Ronan başta olmak üzere güçlü oyunculukların sergilendiği, tür sınırları yer yer muğlaklaştırmayı başaran Uğur Böceği/Lady Bird, 15 Şubat’ta açılış filmi olarak !F İstanbul’da ve ardından 2 Martta genel gösterime girerek ülkemizde izleyiciyle buluşacak.