Bir önceki romanı Varolmayanlar’ın sürükleyiciliğinden kendimizi alıkoyamayıp 2012 başlarında söyleşi gerçekleştirdiğimiz Doğu Yücel’le, Uşak Üniversitesi İletişim Topluluğu’nca 12-12-14 Aralık 2017 tarihlerinde düzenlenen 4. Uşak Kanatlı Denizatı Kısa Film Festivali’nin seçici kurul üyeliği vesilesiyle yeniden bir araya gelme şansımız oldu. Kendisine jüri üyeliğini teklif ederken son romanından habersizdik. Yazarlık ve senaristlik üzerine söyleşiye ek olarak Can Yayınları’ndan çıkan yeni romanı Kimdir Bu Mitat Karaman?’ın imza gününü de gerçekleştirme fırsatımız oldu. Uşak’ta da büyük ilgi gören kitabın sürükleyiciliğine kendimizi kaptırdığımızda yeni bir söyleşinin geleceği belliydi. Bizi kırmayan ve edebiyat dışında sinema ve müzikle de fazlasıyla iç içe olan Doğu Yücel’le yeni romanının yanı sıra yazarlık süreci, olası sinema uyarlamaları, yeni çalışmaları ve ülkemizin, edebiyat dünyasını da içerecek şekilde, ruh hali üzerine konuştuk. Bize zaman ayıran Doğu Yücel dışında, bu kapsamlı söyleşinin gerçekleşmesi için büyük emek harcayan Selin Gündüz ve Gökhan Baykal’a da ayrıca teşekkür ediyoruz. İyi okumalar;
***
Kitap sıradan bir karakterin içinde polisiye, dram, gerilim, güldürü, nostaljik ve hatta erotik akışıyla sıra dışı bir kurmaca içeriyor. Bu alt türlerin harmanlandığı nokta ise kara komedi oluyor. Mitat’ı ve öyküsünü yazmaya giriştiğinizde hedefiniz bu yönde miydi? Romanın güdülenmeleri nelerdi?
Bugüne kadar daha çok fantastik, bilimkurgu, büyülü-gerçekçilik gibi türlerle ilişkilendirildim. Bu algıyı biraz yıkmak istiyordum çünkü bir yazar olarak sadece bu türlerden ibaret olmadığımı düşünüyorum. Fakat diğer yandan, sadece farklı türlerdeki maharetimi göstermek için roman yazamam. Asıl olan her zaman öyküdür. Gün içinde aklıma bazı öykü fikirleri düşer, onları not ederim, aralarından bir tanesi diğerlerine göre daha çok ilgimi çeker ve onun peşinden giderim. Bu defa aklıma Mitat’ın öyküsü düştü. Aslında en başta daha çok Suç ve Ceza gibi ağır bir dram çıkar diye düşünüyordum fakat yazdıkça öykünün içindeki kara komedi kendini gösterir oldu. Daha aksiyonsuz, ağır akan, karakter odaklı bir roman olacağını düşünüyordum, tam tersine yazarken kalemim aksiyona, komediye, polisiyeye çalıştı. Öykü bunlara ihtiyaç duyuyordu, ben de onun isteklerine boyun eğdim.
Günümüz Türkiye’si, olağanca postmodernliğiyle kitabın geçtiği apartmanın sakinlerinden okunabiliyor. Adeta dar açıya sıkıştırılmış bir toplamı takip edebiliyoruz okuyucu olarak. İç içe geçmişliğin, zıt değerlerin bir arada devinimin bulduğu eğretilik mizahın içinde kendine yer buluyor. Kitapta buna yönelik eleştirel değil nesnel bir gözlemci konumu var yazarın. Peki, Doğu Yücel içinde bulunduğumuz zaman/mekânı eleştirel olarak nasıl değerlendiriyor?
İlginçtir, apartmandaki Türkiye panoraması da tıpkı romanın türü gibi benim kontrolümün dışında gelişti. Bilinçli olarak apartmandaki karakterler Türkiye’nin farklı sınıflarını temsil etsin diye düşünmedim yani. Daha önce oturduğum apartmanları düşündüm ve onlardan bir tanesine benzeyen bir sınıf yelpazesi oluşturdum ve apartmanın her sakinine karşı aynı mesafeden durmaya çalıştım. Kara mizah kadar bu kitapta “acımasız mizah” tarzının olduğunu düşünüyorum. Televizyon dünyasından örneklemek gerekirse Seinfeld mizahı var. Seinfeld kimsenin gözünün yaşına bakmaz, her sınıfla, her tür insanla dalgasını geçiyordu. Mitat’ın hikâyesinde eleştiri okları toplumun her kesimine aynı oranda tutuluyor. Hatta en çok Mitat ve onun mensubu olduğu beyaz Türkler bu oklardan nasibini alıyor diyebilirim. Her kesimin kendine has ritüelleri, kölesi olduğu rutinler, alışkanlıklar, söz kalıpları var. Benim yazar olarak yorumum, teknolojinin hâkim olduğu günümüzde kimsenin tamamen dürüst ve saf olamayacağı yönünde. Bir Yeni Türkü şarkısında dendiği gibi, “…bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri…”. Sözler: Murathan Mungan, tabii ki…
Kimdir Bu Mitat Karaman?, çoğunluğun ürkerek hakkında yorum getirdiği 15 Temmuz ve sonrasını arka planına alıyor. 12 Eylül’le sanatsal düzlemde bile hala yüzleşmeyi tamamlayamamış bir aydın çevresinde kitabın bu öncülüğü değerli. Romanın şekillenmesinde bu sürecin veya amacın payı nedir?
Teşekkür ederim çünkü maalesef kitabın bu yönü bence yeterince görülmedi. Okur gördü ama eleştirmenler sanki otosansür yaptılar ve romanın politik yüzünden pek söz etmediler. 2015-2016 yılları hepimiz için kâbus gibiydi. Patlama haberleriyle uyandığımız, havaalanı saldırıları gibi korkunç olayları öğrenerek uykuya daldığımız, bilincimizin ve bilinçaltımızın alt üst olduğu, acının her halini yaşadığımız yıllar. 15 Temmuz bu acılı sürecin en şok edici olayıydı hiç şüphesiz. 40 yıldır devletin içine sinen bir tarikat, bir darbe girişimi ve sonrasında olanlar herkesi olduğu gibi biz yazarları da etkiledi tabii ki. Ben o süreçte Mitat’ın paranoya ile örülmüş hikâyesi için çalışmalara başlamıştım. Darbe girişimi yaşanınca allak bullak olduk, bir süre elim kaleme gitmedi. Ağustos sonu tekrar başladım. Mitat’ın hikâyesi de o dönemde geçiyordu ama nedense darbe girişimi olmamış gibi yazıyordum. Oysa her akşam tartışma programlarından başımızı kaldıramıyor, eş dost sohbetinde sadece bu konuyu konuşuyorduk. Kendime sordum: E o zaman neden Mitat’ın hikâyesinde geçmiyor? Otosansür yaptığımı fark ettim. Benim bir yazar olarak görevlerimden biri yaşadığım çağı yansıtmak değil mi? Niye çekiniyordum ki? Üstelik Mitat’ın Cennet Apartmanı’nda yaşadığı ve tüm hayatına yansıyan paranoyası ile o dönem toplumca yaşadığımız paranoya birebir örtüşüyordu. Sonunda cesaretimi topladım ve romanı baştan yazma pahasına 15 Temmuz’un da adeta bir karakter gibi yer aldığı bu romanı yazdım. Çünkü buna mecburdum.
Mitat’ın kendini içinde bulduğu akış tesadüfler ve rastlantılarla gelişiyor. Okurken, David Fincher’ın yönettiği Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi’nde Cate Blanchett’in o ünlü “ya öyle olsaydı” sekansı geliyor akla. Tek bir eylem birkaç saniye önce veya sonra olsaydı yaşananlar başka türlü seyredecekti. Bir edebiyatçı olarak tesadüfler ve rastlantılar sizi ne kadar besliyor?
“Ya öyle olsaydı” ya da İngilizce yazılan senaryo / drama kitaplarında söylendiği şekliyle “What if” metodunu sıkça kullanırım. Daha bu metodun varlığından bile haberdar değilken, ilk öykülerimden biri olan Tiyatrodaki Hayat’ın fikrine öyle ulaştım. Bir manken tiyatro oyuncusu olmuş, televizyonda bir röportajında yılların oyuncusuymuş gibi röportaj veriyordu. “Ne kadar hasta olursam sahneye çıkar oynarım” dedi havalı havalı. Ben de içimden “Sen hasta hasta çıkıyorsan, usta oyuncular ölüyken bile oynar” dedim. Sonra durdum ve tam bu serzenişimde bir hikâye fikri yattığını fark ettim. O günden beri birçok öykümü kendi hayatımın farklı olasılıklarını düşünerek veya gözlediğim olayların başka türlü gerçeklenişlerini hayal ederek yazdım. Çoğu zaman bu metodu bazen farkında olmadan uyguladığımı fark ettim. Yazar tıkanıklığı yaşayan yazarlara veya fikir arayan yazar adaylarına öneririm. Diğer yandan ne zaman tesadüflerden bahsedilse Sliding Door filmi aklıma gelir. Hayatımızı gerçekten de tesadüfler belirliyor. Hayatın ve varoluşun kaynağı da zaten tesadüfler silsilesi. O yüzden, tesadüflerden beslenmemek olmaz. Ama drama sanatında tesadüfler tehlikelidir, fazla tesadüf öykünün inandırıcılığını zedeler. Tesadüfleri severken dikkat edelim!
Yazarın hedeflediği iletiler, önermeler ve eleştiriler doğrultusunda okurların, Kimdir Bu Mitat Karaman? ile ilgili şu ana kadarki tepkilerini, geri dönüşlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben çok satan bir yazar değilim. Sonuçta 2000 yılından beri ana akımın dışında dallarda kalem oynatıyorum ama kemik bir kitlem var diyebilirim. Can Yayınları’na geçtiğimde bir grup yeni okur da beni okumaya başladı. Ve Mitat’tan sonra gerçekten çok kısa sürede çok güzel tepkiler aldım. Bir yazar en çok anlaşılmayı ister. Bu da hiç sanıldığı kadar kolay değildir. Çok satmaktan daha zordur. Mitat Karaman’ın farklı bir kafası var ve açıkçası kitabı paylaşırken bazı çekincelerim vardı. Birçok sahnesinde yanlış anlaşılırım, bazı espriler ciddiye alınır veya bazı kötücül düşünceler farklı yönlere çekilir diye çok korkuyordum ama gördüğüm kadarıyla eski ve yeni okurlarım kitabı, kitapla birlikte Mitat’ı anladılar. Arkadaşlarına önerdiler, kitabı hediye aldılar, internette paylaştılar… Sonuçta ana akım tarzında yazmıyorum, alternatif bir yolda gidiyorum ve bu paylaşımları görmek beni gerçekten çok mutlu ediyor. Onlara müteşekkirim.
Senaryo yazarı kimliğiniz hatırlandığında romanlarınızdaki sinemasal doku şaşırtıcı değil ancak bir edebiyatçı olarak inşa ettiğiniz kurmacada sinematografinin rolü nedir?
Ben kendimi bir hikâye anlatıcısı olarak görüyorum. Küçükken, okuma yazmayı bilmediğim yaşlarda kafamda filmler çekiyordum, sonra yazmayı öğrendim, okul defterlerimi çocuksu öykülerle doldurdum. Gençken yazlıkta çocuklara kafamdan geçen hikâyeleri anlatıyordum. Lise yıllarında öyküler yazdım, üniversitede katıldığım öykü yarışmalarıyla işi ilerlettim ve kitaplar geldi. Yirmili yaşlarımda iki tane sinema filminin senaryosunu yazdım. Ama tüm bunlar aslında beş altı yaşlarında kafasında filmler çeken çocuğun hayallerinden farklı değiller. Sinematografi halen daha benim için çok önemli çünkü yazmadan önce sadece hayal gücüyle hikâyeler döndürüyordum kafamda. Bir de, iyi hikâyelerin farklı sanat disiplinlerinde anlatılmaya müsait olduklarını düşünüyorum. Yazdıklarımın bir gün sadece sinemaya değil, tiyatroya, çizgi romana, animasyonlara, hatta şarkılara ilham vermesini isterim çünkü ben de bunlardan ilham alıyorum.
Son dönemde, edebiyatı halka indiriyoruz güdülenmesiyle, sayısı bir elin parmaklarını çoktan geçen, mizanpaj olarak da birbirine fazlasıyla benzeyen edebiyat dergileri türedi ve bu dergiler ilgi gördüğü ölçüde pek çok başlıkta tepki de çekti. Siz bu furyayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben on dört yıl dergicilik yaptım. Gazetelerde, dergi ofislerinde çalıştım. O yüzden bu sektörün eski bir profesyoneli olarak yeni tarz kültür sanat dergilerinin başarısını önemsiyorum çünkü tam da artık dergicilik ölüyor, internet dergileri öldürdü derken Ot Dergisi ile bir furya başladı ve her yeni çıkan dergi şaşırtıcı başarılara ulaştı. Buradaki başarıyı atlayıp sadece bir moda olmasından dolayı bu dergileri küçümsemek benim açımdan doğru olmaz. Bir okur olarak da, Ot, Tuhaf gibi dergileri alıyorum, okuyorum. Çok önemli yazarlar bu dergilerde yazıyorlar. Ulaşılan güzel satış rakamları sayesinde bu dergilerde yazan yazarlar nihayet yazdıkları yazılar için telif alabiliyorlar. Bunlar işin güzel yönleri. Diğer yandan her modada olduğu gibi burada da bazı sorunlar elbette var. Aşırı naif, aforizma fetişinden beslenen, duygu sömürüsüne açık “çay edebiyatı”nın yükselmesinden rahatsızım ama ben yine de bardağın dolu tarafına bakmaktan yanayım. Okuma oranı çok düşük olan, efsanevi mizah dergilerinin bile kapandığı bir dönemde insanlara okuma şevkini tekrar kazandıran bu dergilerin eksiklerini de kapatarak ilerlemelerini umut ediyorum.
Küçük Kıyamet’ten bu yana sizi sinemada göremez olduk. Hâlbuki önce Varolmayanlar şimdi de Kimdir Bu Mitat Karaman? Beyazperdeyi çağırıyor adeta. Doğu Yücel’i senarist kimliğiyle tekrar ne zaman görebileceğiz? Son kitap filme uyarlanırsa ekibin kimlerden oluşmasını istersiniz?
Teşekkürler, evet okuyan herkes Kimdir Bu Mitat Karaman?’dan güzel bir film çıkabileceğini söylüyor. Ama tabii buna kararı yapımcılar verir. E yapımcılar da kitap okumadıklarına göre… İşimiz zor! Ben açıkçası bu kitabı kim sever ve filme çekmek isterse onunla çalışmayı isterim. Sinema sevgi işidir. Kitabı okuyunca bundan etkilenen, bunu filme dönüştürmek için sabırsızlanan kişi aradığım yönetmendir, Mitat’ı okuyan, onu anlayan, onu oynamak için Mitat gibi dizlerinin üstünde cüce taklidi yapmaya başlayan aktör Mitat’tır. Bu sevgiden ve bu sevgiyle bir araya gelecek bir takım oyunundan iyi filmler çıkabilir ancak. Yoksa yıldızlar karması yapsan da ortaya doğru bir iş çıkmaz.
Yakın geleceğe yönelik sanatsal planlarınız nelerdir?
Geçen sene Güneş Hırsızları’ndaki Evim Güzel Evim isimli uzun hikâyemi tiyatro sahnesine uyarlamıştım. O oyunun sahnelenmesini çok isterim. Yazar olarak en büyük isteğim yurtdışı konusundaki şanssızlığım yenmek. Romanlarımdan bir tanesi İngilizceye çevrildi ve Amazon’da e-book olarak bulunmakta ama bu çok kişisel bir çabanın ürünüydü. Başta İngilizce olmak üzere diğer dillerde kitaplarımın yabancı okurlarla buluşmasını çok isterim. Nisan ayında da Mitat’ın macerasının ikincisine başlamak istiyorum. Ama önce biraz enerji ve yaşanmışlık biriktirmem lazım.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Onur Keşaplı