Ya Huri, Ben Nuri – Ziza Rumas

Hayatının ekseriyetini köyünde yüce tanrısı Homa’nın azametinin gölgesi ve bereketinin şahitliğinde geçiredururken, seksenli yaşlarından günler aldığı bir zaman diliminin bir cuma sabahı gününde, evinin avlusunda bahçe soğanlarını toplamada kullanılan kazma sapını yontarak düzelttiği esnada, gözlerinin derin vadilerinden göz bebeğinin tepelerine doğru sisler yükselmek suretiyle başı döner, elleri iner, dizleri çözülür ve kazma sapı eşliğinde olduğu yere yığılır.

Hane-i mesut ahalisi atik ve panik bir karşı koyuşla azının babası, çoğunun dedesi tahtındaki evlerinin çınarını traktör römorkuna serdikleri yünden döşeğe yatırıp, üzerine de elden dokuma kilimi atarak baş başa vermiş dört koyunun nizami surette yürüyebileceği patika yoldan tangır tungur lastik-taş senfonisi ile traktör gök gürültüsü eşliğinde Diyarbekir şehrine doğru yola koyulurlar.

135 seri numaralı Massey Ferguson traktörünü gerisim geri hastane acilinin kapısına postmodern ambulansları kıskandıracak bir çeviklikle yanaştıran büyük oğul, römorkun açık arka kapısına dayandırılan sedyeye babasını iki kolunun arasına alıp yatırarak müşahede ve müdahale odasına doğru götürür. Hekimin göz kapaklarını çekip gözlerinin beyazına bakmak suretiyle geçiştirilen muayene operasyonundan sonra hasta, kaderinin encamını beklemek üzere bir odaya kapatılır.

Vakti zamanında öğrencilerin avlusunda koşturup, koridorlarında fingirdeşerek zamanlarını tükettikleri bir öğrenci pansiyonu sıfatındaki binadan dönüştürülen göğüs hastalıkları hastanesi, yirmi birinci yüzyılın ve tüm zamanların bütün hastanelerine taş çıkartacak bir çehreye sahiptir. Avlusunda sanki Süphan dağının karlarından bezenmiş aklıklarıyla koyun koyuna verilmiş kocaman mermer zemin; bahçe duvarı mahiyetindeki Karacadağ’ın göz bebeğinin karasından sütunlar ve etrafını çevreleyen sarmaşıkların üzerinde bahara selam durmuş efsuni kokularıyla hanımeli çiçekleri etrafı renklendirmektedir. Kışın ahire ermesinin habercisi olarak Arabia çöllerinin sıcağından kuzey yuvalarına dönmüş kırlangıçlar sezonu açmanın heyecanıyla sağa sola uçuşmakta, yeni örülecek yuvalarına kuru ince sarmaşık dallarını toplamaya çalışmaktadırlar. Etrafa saçılan çiçek tohumlarını itinayla toplamakla meşgul serçelerin şen şakrak şakırdıları baharın güneşini bile yaptıklarından memnun bir surette temaşaya sevk etmektedir. 

Hasta yatağında ilk bırakıldığı haliyle uzanmaktayken, huzurlu bir uykudan uyanmış sükûnet dâhilinde gözlerini açar. Gözlerini açar açmasına amma ve lakin göz bebekleri gurbete düşmüş bir yabancı misali korkudan mütevellit merceksi bir büyüyüşle hiç bilmediği varlıklarla muhatap olmaya başlamıştır. Yanıbaşında şahitlik ettikleri  ile o zamana kadar hayatında gördükleri pek uyuşmamaktadır. Üzerinde durduğu yatağın ipeksi yumuşaklığı; hemen altında uzanmaya utanabileceği kar beyazımsı nevresim; akabinde üstüne örtüldüğü için kirlenmesinden ürkebileceği bembeyaz örtünün içinden bir suçlu edimiyle zıplayarak ayağa kalkar. Ayağa kalkmayla bu sefer etrafını saran yabancılığa muhatap olur. Duvarların gök mavisi rengi, duvar diplerinde göğe yükselen ağaç endamında çiçeklikler, yeşil yaprakların içinden etrafa gülümseyen rengârenk güller ve çiçekler… Yatağının tam karşısında duvar boy ve genişliğindeki cam mekânın önünde o güne kadar hiç görmediği bir cam kutuda kahvemsi tümsek ve yeşilimsi yosunların içinden süzülerek gidip gelen ve o ana kadar Dicle nehrinden avlanıldığına tanıklık etmediği rengârenk balıklar. Cam kutu diye bellediği akvaryumun iki yanında bir gelinliğin yerlere muradının sergisi mahiyetinde odanın zeminine uzanıp giden bembeyaz perdeler…

Perdeyi çekerek dışarıda ne  olabileceği hakkında bilgi edinmek amacıyla gözlerini dışarıya diker. Ipıssız bir avlu ile avlunun her iki yanını saran yeşilliklerin içinden şakırdayarak uçuşan kuşların kanatlarının çarpmasıyla dalgalanan çiçekler ve yapraklar…

Çoğundan şaşkınlık, birazından merak, azından da huzurlu bir surette, öldüğünü ve yeni mekânının burası olduğu mülahazasıyla kendisine anlatılan cennet tasvirlerini hatırlamak ve hatırlamaya gayret ederken etrafına bakarak yüreğine tasdik ettirmek amacıyla yatağına tekrar uzanır, ne olduğunu anlamak istercesine sağ-sol, aşağı-yukarı bakınıp durur.

Uzun bir bekleyişten sonra odanın kapısı açılır, üzerinde dizlerine kadar uzanan bembeyaz kıyafetinin içinden serhad yaylalarından kondurulmuş ters lale misali kıpkırmızı dudaklar, tek çizimlik kaşlar, saçların üzerine oturtulmuş beyaz bir tacın sağ ve sol uçlarına çengelimsi bir dokunuşla tutturulmuş gibi duran zülüfleriyle bir kadın içeri girer. Büyük bir heyecan ve merakla onu izlemeye koyulur. Ayağının ucundaki masada bulunan ve hesap cetveli olarak tahayyül ettiği; lakin önceden anlatılan kitaba benzetmediği gibi sağından mı yoksa solundan mı verildiğini hatırlamamakla birlikte o anda elindeki kalemiyle birşeyler karalaması, ona hiçbir surette bakmaması, ilgi göstermemesi üzerine şaşkınlığı gitgide artmaktadır.

Seksenler dizisininin kamera arkası çekimlerinden kalma göbeği burnunda, bıyığı ağzında, elleri alnında düşünceli düşünceli hastasının mevcudiyetinin ahvalini düşünen hastane hekimi, akşamdan kalma melankoliliğiyle avare avare dolanan hemşiresine dönerek:

— “Hastamızın gözlem raporuna tahlil ve tetkik sonuçlarını iliştirdikten sonra,  gerekli yatıştırıcıyı verip, yakınıyla birlikte odama getirin.” der.

Hemşire hasta odasına girip, gözlem dosyasında gerekli işlemleri yaptıktan sonra, hastanın tedavisi için gerekli direktifleri yerine getirmek üzere odadan çıkmak için hareketlenir. Odanın kapısını açtığı esnada, içeriden kendisine yönelik birşeyler söylediğini duyar.

Temaşa eylediği güzelliğin biteceği hüznü ve ilgi görmemiş olmanın burukluğuyla son bir şans kendisini ona tanıtmak gayesiyle dudaklarından şu cümle dökülüverir: “Ya Huri, ben Nuri!”

Hemşire duyduğu bu hitap karşısında biraz şaşkın, biraz da kızgın bir edayla karşılık verir: “Ne Hurisi! Birazdan gelip iğneni yapacağım.”

***

Görsel: Bildirim (2018) – Hans Duivenvoorden

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi133

Bunu paylaş: